“İbâdet”, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. İnsanların yaratılmalarındaki maksat, Allah’ı tanıyıp O’na ibâdet etmeleridir.
Allahü teâlâ, insanların îmân etmelerini, verdiği nimetlere şükretmelerini, ibâdet yapmalarını, kardeşçe yaşamalarını, sevişmelerini, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve bunları emretmiştir. İnanan insanların da kardeş olduklarını i’lân etmiştir.
Her şeyden önce, i’tikâdı düzeltmelidir. Ehl-i Sünnet âlimlerinin bildirdikleri i’tikâdı öğrenmek ve buna göre inanmak lâzımdır. İ’tikâd düzgün olmazsa, kılınan namazların, tutulan oruçların, yapılan diğer ibâdetlerin bir fâidesi olmaz. Çünkü, i’tikâdı bozuk olanların, muhakkak Cehenneme gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bunun için, Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdıkları ilmihâl kitaplarını alıp okumalı, doğru îmânı, harâm ve helâl olan şeyleri öğrenmeli, bütün ibâdetleri bunlara göre yapmaya çalışmalı, harâmlardan da a’zamî derecede sakınmalıdır. Kıymetli zamânlarda bu bilgileri okumak, öğrenmek, nâfile namâzdan ve diğer bütün nâfile ibâdetlerden çok daha kıymetlidir.
Yüce Rabbimiz, mukaddes kitâbında “Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O’dur…” (Mülk, 2) buyurmuştur.
Demek ki, yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz “Akıllı kimse, nefsini hesâba çeken ve ölümden sonrası için amel işleyen (hâzırlık yapan) kimsedir” buyurmuştur. Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu da yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimâli çoktur.
Peygamber Efendimize, insanların en iyisinin kim olduğu sorulduğunda, “Ömrü uzun olup, ameli güzel olandır” cevâbını vermiştir. İnsanların en kötüsünün kim olduğu sorulunca da, “Ömrü uzun olup, ameli kötü olandır” buyurmuştur.
Kur’ân-ı kerîmde, Zâriyât sûresinin 56. âyet-i kerîmesinde: “Ben, cinnîleri ve insanları, ancak (beni bilsinler, tanısınlar, arz-ı ubûdiyette bulunsunlar) bana ibâdet etsinler diye yarattım” buyurulmuştur. Demek ki, bütün insanların yaratılmalarındaki maksat, Allahü teâlâyı tanıyıp O’na ibâdet etmeleridir.
“İbâdet”, Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmaktır. Allahü teâlânın rızâsı da, yapılmasını kesin olarak emrettiği farzları yerine getirmekte ve yasak ettiği harâmlardan kaçınmaktadır.
Bilindiği gibi, ibâdetler üç kısımdır: 1- Beden ile yapılanlar (Namaz ve oruç gibi), 2- Mal ile yapılanlar (Zekât, sadaka-i fıtır ve kurbân gibi), 3- Hem beden hem de mal ile yapılanlar (Hac ve umre gibi).
Gerek bedenî, gerek mâlî ibâdetlerin faydaları sâdece fertlerle sınırlı değildir. Bazı ibâdetler toplum âhengini, düzenini önemli ölçüde etkiler. Meselâ cemâatle kılınan namâzların, sosyal ilişkiler açısından ne kadar önemli etkisi olduğunu kimse inkâr edemez.
Oruçta da bu özellik çok bâriz (belirgin) bir şekilde gözlemlenir. Ramazân ayının manevî atmosferi içinde yapılan her türlü sadaka ve maddî yardımlaşmanın da, nice bunalmış insanların sıkıntı ve problemlerine çözüm ve râhatlık sağladığı herkesin bildiği bir gerçektir.
Zekât, sadaka-ı fıtır ve kurbânda, bunlara ilâveten sosyo-ekonomik dengeleri olumlu yönde etkileyen çok hikmetli özellikler vardır.