Allahü teâlânın, bizlere ihsân buyurduğu en önemli lutuflarından birisi de zamân ni’metidir. Unutmayalım ki, zaman en büyük sermâyedir.
Dünkü makâlemizde, zamanın kıymetiyle alâkalı bazı âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerden örnekler zikrettik. Zamânın önemini belirtmek için atalarımız da; “Vakit nakittir” demişlerdir. Her şeyi zamân sâyesinde kazanabiliriz. Ama geçen zamânı geri getirmeye, hiçbir kimsenin gücü yetmez.
Yüce Allah, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti lutfetmiştir. Hava, su, akıl, vücut uzuvları, eşler, çocuklar, kâinâttaki her şey insanların hizmetine verilmiştir. Bu ni’metler, sayılamayacak kadar çoktur. Birkaç misâl zikredecek olursak, şunları söyleyebiliriz:
1- Evvelâ, Müslümân bir ana-babanın evlâdı olarak dünyâya gelmek, bütün ömrümüzce, Allahü teâlâya şükür ve hamd etmek için, tek başına en büyük sebeptir.
2- Müslümânlığı seven, elinden geldiği kadar Müslümânlık yolunda yürümeye gayret eden bir kimse olmak da ayrı bir tâlihdir.
3- Akıl ve iz’ân sâhibi olmak, iyi ve kötüyü anlayabilecek bir tahsîl ve anlayış seviyesinde bulunmak da, Allahü teâlânın en büyük ni’metlerindendir.
4- Sıhhatte olmak, başkalarına muhtâç olmamak… vesâire gibi onlarca, yüzlerce, hattâ binlerce ni’met, hep Allahü teâlânın lutuf ve ihsânıdır.
Çok cüz’î bir kısmını saydığımız bu ni’metlerden mahrûm olan on binlerce, yüz binlerce, hattâ milyonlarca ve milyarlarca insanın bulunduğunu düşünürsek, Allahü teâlâya, bizlerin nasıl şükretmemiz lâzım geldiği kolayca anlaşılır.
Allahü teâlânın, bizlere ihsân buyurduğu en önemli lutuflarından birisi de zamân ni’metidir. Unutmayalım ki, zaman en büyük sermâyedir. Dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmak, bu sınırlı zamânı iyi kullanmaya bağlıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (aleyhis-salâtü ves-selâm) “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz” buyurmuştur.
Yine sevgili Peygamberimiz “Ameller, sonlarına göre değerlendirilir” buyurmuştur.
Bir hukûk âbidesi olan “Mecelle”de de “Hüküm sona göre verilir” denilmektedir.
Bana gelen bir mailde, bu husûs şöyle ifâde edilmektedir:
“Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor… Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek dünyâya getiren anneye sor… Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe sor… Bir sâatin değerini anlamak için, sevdiği kimseye kavuşmayı bekleyene sor… Bir dakîkanın değerini anlamak için, treni kaçıran yolcuya sor… Bir sâniyenin değerini anlamak için, bir kazâyı önleyemeyen sürücüye sor… Bir sâniyenin yüzde birinin değerini anlamak için de olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor…”
“Yalnız azamet ve ikrâm sâhibi Rabbi’nin zâtı bâkî kalacaktır.” [Rahmân, 27] meâlindeki âyet-i kerîmede de ifâde edildiği gibi, Allahü teâlânın zâtı dışında bütün varlıklar fânîdir.
Yunus Emre’nin de (rahmetullahi aleyh) dediği gibi: “Bu dünyâya gelen kişi/Âhir yine gitse gerek./Müsâfirdir, vatanına/Bir gün sefer etse gerek.”
Evet, bu dünyâda birer yolcuyuz; günün birinde ebediyet âlemine göçeceğiz. Bu sebeple bir hadîs-i şerîfte “Dünyâda garip veya yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden say” buyurulmuştur.