Akıp giden zamân içerisinde, bize emânet edilen ömrümüzü tamâmlamaktayız. Aslında bizler, Allahü teâlânın lutfettiği çok büyük ni’metlere sâhibiz.
Allahü teâlâ, insanlara muhtâc oldukları her türlü ni’meti lutfetmiştir. Akıl, vücut uzuvları, eşler, çocuklar, hava, su, kâinâttaki her şey, insanların hizmetine verilmiştir. Bu ni’metler sayılamyacak kadar çoktur. Bu konuda 2 âyet-i kerîme vardır:
“O, size, istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın ni’met[ler]ini sayacak olsanız, sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür!” [İbrâhîm, 34]
“Hâlbuki Allah’ın ni’met[ler]ini teker teker saymaya kalkışsanız, onları sayamazsınız. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” [Nahil, 18]
“Zaman=Vakit” ni’meti, Cenâb-ı Hakk’ın bizlere olan en önemli lutuflarından birisidir. Kur’ân-ı kerîmde, muhtelif âyet-i kerîmelerde, zamânın önemine dikkat çekilmiştir: [Fecr, 1-2; Leyl, 1-2; Asr, 1-2 gibi] [Bu konuda daha başka âyet-i kerîmeler de vardır.]
Akıp giden zamân içerisinde, bize emânet edilen ömrümüzü tamâmlamaktayız. Aslında bizler, Allahü teâlânın lutfettiği çok büyük ni’metlere sâhibiz. Bizler, bütün mahlûkâttan, meselâ hayvânlardan; yüz milyonlarca, hattâ milyarlarca insandan daha şanslıyız. Ama bizlere ihsân buyurulan ni’metleri yerli yerinde kullanabiliyor muyuz?
Her insân, kendisine takdîr edilen ömrü, İlâhî irâde istikâmetinde geçirmekle mükelleftir. “Yalnız azamet ve ikrâm sâhibi Rabbi’nin zâtı bâkî kalacak” [Rahmân, 27] meâlindeki âyet-i kerîmede de ifâde edildiği gibi, Allahü teâlânın zâtı dışında bütün varlıklar fânîdir. Yunus Emre’nin (rahmetullahi aleyh) dediği gibi: “Bu dünyâya gelen kişi,/Âhir yine gitse gerek./Müsâfirdir, vatanına,/Bir gün sefer etse gerek.”
Evet, bu dünyâda yolcuyuz. Günün birinde, hepimiz ebediyet âlemine göçeceğiz. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Dünyâda garip veya yolcu gibi ol; kendini kabir ehlinden say” buyurmuştur.
Allahü teâlâ, bütün kullarının, kendisini tanımalarını, bilmelerini, O’na, gönderdiği Peygamberlerine ve kitaplarına, diğer îmân esâslarına îmân etmelerini, ibâdet yapmalarını, verdiği ni’metlere şükretmelerini, güzel ahlâka sâhip olmalarını, kendi aralarında kardeşçe yaşamalarını, birbirlerine yardımcı olmalarını istemiş ve bunları emretmiştir.
Allahü teâlâ, mükellef olan her insana düşünüp taşınacağı, öğüt alacağı ve hakkı kabûl edebileceği kadar bir ömür vermiştir. Bu husûsta, Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Onlar Cehennem’de şöyle feryâd ederler: ‘Ey yüce Rabbimiz! Ne olur, bizi buradan çıkar! Dünyâya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan farklı, güzel ve makbûl işler yapalım!’
Allah onlara şöyle buyurur: ‘Biz, size, düşünüp ibret alacak, gerçeği görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size Peygamber de gelip uyardı. Öyleyse tadın azâbı. Zâlimlere hiçbir yardımcı yoktur.” [Fâtır, 37]
Burada şunu ifâde edelim ki: Allahü teâlânın bizlere ihsân buyurduğu sonsuz ni’metlerine şükretmeli, bunları yerli-yerinde kullanmalı, O’nun dînine ve kullarına hizmet etmeliyiz. Makâmı olan makâmından, malı olan malından, ilmi olan da ilminden, diğer insanları faydalandırmalıdır. Her gün, en iyi işleri yapmaya çalışmalıdır.