Yaratıcı var demek yetmez!

“Yaratıcı var” demekle, Allah’a inanmak çok farklıdır. Yaratıcı diye, hayalî bir varlığa inanmanın ateistlikten hiç farkı yoktur.

 

 

 

Ateist de, deist de dinsizdir!.. Deist, bir yaratıcı var dediği hâlde, hiçbir dine ve peygambere inanmıyor. Nasreddin Hoca’nın, “Doğduğuna inanıyorsun da, öldüğüne niye inanmıyorsun?” dediği gibi, “Ben öğrenciyim, ama öğretmene, derse, imtihana inanmam” denir mi? Öğrenci ise, öğretmene, derse inanması gerekir. “Ben kanuna inanırım, ama savcıya, mahkemeye inanmam” denir mi? Ortada bir kanun varsa, bunu hazırlayanlar var, onları uygulayan mahkemeler var demektir…

 

Bir kimse, yaratık yani kul ise, kendini yaratana inanması lazımdır. Yaratıcıya inananın da, elbette onun emir ve yasaklarına inanması gerekir. Yaratıcı var demekle, Allah’a inanmak çok farklıdır. Yaratıcı diye, hiçbir şeye karışmadığı tasavvur edilen hayalî bir varlığa inanmanın ateistlikten hiç farkı yoktur. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri çeşitli dinler, peygamberler ve kitaplar göndermiştir. Bunları kabul etmeyen, Allah’ı kabul etmiş sayılmaz.

 

Her peygamber, zamanındaki en ileri ilimlerde mucize göstermiş, Allahü teâlânın birer elçisi olduğunu ispat etmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Musa aleyhisselam zamanında sihir çok ileriydi. Musa aleyhisselamın asasının büyük yılan olup, kendi sihirleri olan yılanları yuttuğunu görünce, bunun sihrin dışında ve insan gücünün üstünde olduğunu anlayıp, hemen iman ettiler…

 

İsa aleyhisselamın zamanında, tıp ilmi çok ileriydi. Çok hastalığa çare bulunmuştu. Hazret-i İsa gelince, tıp uzmanlarının tedavi edemediği hastalıkları iyileştirdi. Anadan doğma körlerin gözünü açtı. Ölüleri diriltti. Beşikteyken konuştu…

 

Muhammed aleyhisselam zamanında da, edebiyat, şairlik ve belagat sanatı en yüksek derecesine varmıştı. Resulullah, Kur’ân-ı kerîmi getirince çoğu, onun belagatinin icazı karşısında, bunun Allah kelamı olduğunu anlayarak, Müslüman oldu. (İsbat-ün-nübüvve)

 

Tarih incelenirse insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan, kendi başlarına gidince, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı, fakat ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanar dağları ve benzerlerini gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir resim, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar ortaya çıktı. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hattâ insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni olay karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet geldiği zaman Kâbe’de 360 put vardı…

 

Kısacası insan, bir, ezelî ve ebedî olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı, çünkü rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. (Herkese Lazım Olan İman)




Kategori içindeki yazılar: Ahmet Demirbaş