Tasavvuf, Kitaba ve Sünnete uymak, bid’atlerden sakınmak, tasavvuf büyüklerine saygılı olmaktır.
Mahfî Efendi Anadolu velîlerindendir. İsmi Ramazan’dır. 1542 (H.949) senesinde Afyonkarahisar’da doğdu. 1616 (H.1025) târihinde İstanbul’da vefât etti. Önce din ve fen ilimlerini öğrendikten sonra, tasavvuf yoluna girdi. Evliyâdan, Şeyh Kâsım Çelebi hazretlerinin sohbetlerinde yetişti. İcâzet aldı. Sonra İstanbul’a geldi ve Kocamustafapaşa civârında Bezistânî Dergâhına tâyin edildi. Burada talebe yetiştirdi.
Sünbül Efendinin, Mahfî Efendi hakkında gösterdiği kerâmet şöyle anlatılır: “Mahfî Efendinin dergâhının olduğu yer önceleri bahçe idi. Bir gün Sünbül Efendi buradan geçerken, dergâhın bulunduğu yerde oturarak;
-Buradan tevhîd kokusu geliyor, buyurdu. Hâlbuki Ramazan Efendi daha doğmamıştı. Fakat daha sonra İstanbul’a gelen Ramazan Efendi buraya gelip yerleşti ve insanlara doğru yolu gösterdi.”
Mahfî Efendi, hilm ve vekâr sâhibi olup, ilâhî muhabbet sâhiplerinin hürmet ve îtibârına mazhar oldu. Rüyâ tâbirinde çok derin bilgilere sâhipti. Zamânın vezirlerinden Mahmûd Paşa, Mahfî Efendiye bağlı olanlardan idi. Vezirliği bırakarak, tasavvufa yönelip, bu bağlılığı devâm ettirmek istiyordu… Bir gün Sadrâzam Yemişçi Hasan Paşanın elinden kaçıp, Mahfî Efendiye sığınmıştı. Sadrâzam onun, Mahfî Efendinin dergâhında gizlendiğini öğrenince, adam gönderip, oradan almalarını emretti. Fakat Mahfî Efendi, Mahmûd Paşa’yı teslim etmedi. Bir gün Sadrâzam bizzat kendisi gelip, vezîri teslim almak isteyince, Mahfî Efendi;
-Bizim dergâhımızda paşa yoktur. Cümlesi derviştir. İsterseniz gelsinler, görünüz, hangisi Mahmûd Paşa ise alınız, dedikten sonra, dervişleri çağırdı…
Mahmûd Paşa onların arasında aba giymiş olarak bulunuyordu. Hasan Paşa onu bu hâlde görünce, işte budur demeye gücü yetmedi ve oradan ayrılıp gitti…”
Mahfî Efendi buyurdu ki: “Tasavvuf büyükleri, ruhsat ve azîmetten, ikincisini seçmişlerdir. Ruhsat ile amel etmeyi de inkâr etmemişlerdir. Herkese ruhsat ile amel etmeyi emretmişlerdir. Resûlullah da (aleyhisselâm) böyle yapardı… Tasavvuf demek, Kitaba ve Sünnete uymak, bid’atlerden sakınmak, tasavvuf büyüklerine saygılı olmak, herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir. Ehl-i sünnet âlimleri, azîmet ve vera’ ile hareket ettiklerinden, bir haram işlememek için, yetmiş helâli terk ederlerdi. Ebû Bekr-i Sıddîk buyurdu ki: “Biz bir harama düşmek korkusundan, yetmiş helâli terk ederdik.”