Mahmûd Çelebi Seyyid Ahmed Buhârî’nin yetiştirdiği büyük velîlerdendir. Zâhirî ilimlerdeki tahsîlini tamamladıktan sonra, tasavvuf yoluna yönelip, Seyyid Emîr Ahmed Buhârî’nin sohbet ve hizmetlerine devâm ettti. Hocasına olan muhabbet ve bağlılığı pekçok olduğundan, kısa zamanda yüksek derecelere kavuştu. Hocası, onu kızı ile evlendirerek kendisine dâmâd yaptı. Emîr Buhârî hazretleri vefât edeceği zaman, Mahmûd Çelebi’yi kendisine halîfe bıraktığını bildirdi. 1531 (H.938) senesinde İstanbul’da Edirnekapı semtinde vefât etti.
Şakâyik-ı Nu’mâniyye’nin müellifi olan Taşköprüzâde, bir gün sohbet esnâsında Mahmûd Çelebi’ye dedi ki: “Efendim! Bâzı tasavvuf kitaplarında anlaşılamayan, hattâ görünüş îtibârıyla dînin açık olarak bildirilen hükümlerine aykırı olan kısımlar bulunuyor. Bunları inkâr etmemiz câiz olur mu?”
Mahmûd Çelebi buna cevâben buyurdu ki: “O tasavvufî hâller sizde meydana gelinceye kadar inkâr edersiniz. Ama o hâller sizde de meydana gelince, artık inkâr etmenize lüzûm kalmaz. Çünkü o bilgilerin hakîkatte dînimizin hükümlerine aykırı olmadıklarını, öyle anlaşıldığını anlamış olursunuz. Yâni tasavvuf büyüklerinin söyledikleri sözlerden bâzılarının uygun değil gibi görünmeleri, o zâtın yanlış şeyler söylemek istediğinden değildir. Kendisini kaplayan tasavvufî hâl sebebiyle, o hâlde iken anlatmak istediğini, şuuru yerinde olmadığından, uygun olmayan kelimelerle söylemesinden veya hâli ifâde için o anda başka kelime bulamamasındandır. Her hâlükârda tasavvuf büyüklerinin o sözlerinin yanlış bir mânâyı anlatmak için değil, doğru bir şeyi yanlış mânâya gelecek kelimelerle anlattığından yanlış anlaşılabilmektedir. Bununla berâber, mutasavvıfların dînin hükümlerine aykırı gibi görünen, açıktan yanlış anlaşılan sözleri kabûl edilmez. Fakat o büyüklere dil de uzatılmaz. Çünkü mâzurdurlar.”
Yine Taşköprüzâde anlatır:
Mahmûd Çelebi’ye arzettim ki: “Efendim, tasavvuf büyüklerinin hâllerini inkâr edenler, inkâr etme gibi büyük bir belâya mübtelâ olmuşlardır. Tasavvuf ehlinin büyüklüğünü inkâr etmeyip kabûl ettiği hâlde bu yolda ilerlemeye çalışmayanların hâli, diğerinin hâlinden daha kabîh (çirkin) değil midir?”
Ben böyle söyleyince buyurdu ki: “Hayır öyle değildir. O büyüklerin büyüklüklerini inkâr etmeyip îtiraf etmek, yâni kabûl etmek de bir nîmettir. Bu îtirâfın eninde sonunda o kimseyi hak yoluna çekmesi ümîd edilir.”
Vehbi Tülek