Rûh ve ceset beraber olacak…

“Cennet” ve “Cehennem”e giden insanlar, sâdece rûhen mi gidecekler? Cehennem azâbı, sâdece rûha mı, yoksa bedene de olacak mı?

 

 

 

Cennet nimetlerini, lezzetlerini yalnız bedenin lezzeti zannetmek yanlıştır. Zâten İmâm-ı Gazâlî, felsefecilerin küfre düştükleri 3 mes’eleyi açıklarken, bir madde olarak, “haşrin cismânî değil, rûhânî olduğunu iddiâ etmeleridir” buyurmuştur. Yanî rûh meal-cesed (rûh ve cesed beraber) haşir olacaktır… Cennette beden, sonsuz kalabilecek evsâfta, dünyâdakinden bambaşka özellikte var olacaktır… Cennette, bedenin ve rûhun çok farklı nimetleri, lezzetleri olacaktır…Rûhun lezzeti, bedenin lezzetlerinden çok farklı ve çok fazla olacaktır. Rûhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği de, Allahü teâlâyı, cemâl sıfatı ile görmek olacaktır.

 

Allahü teâlâyı, dünyâda baş gözü ile görmek câiz ise de, kimse görememiştir. Hattâ Hazret-i Mûsâ (aleyhisselâm) O’nu bu dünyâda görmek istemiş, fakat Cenâb-ı Hak, kendisini göremeyeceğini bildirmiş, dağa bakmasını emretmiş, dağa tecellî buyurunca, Hazret-i Mûsâ düşmüş, bayılmış ve görememiştir. Ama Peygamber Efendimiz Mirâcda, dünyâ şartlarından çıkarak, âhirete giderek görmüştür.

 

Allahü teâlâ, kıyâmette, mahşer yerinde, kâfirlere kahır ve celâl ile, yani azap edici olarak; sâlih müminlere ise, lütuf ve cemâl ile yani büyük bir nimet, büyük bir zevk verici olarak görünecektir. Cennette de, cemâl sıfatı ile görünecektir.

 

Her canlının ölüp, âlemin nizâmının, düzeninin bozulmasından bir müddet sonra, yine Allahü teâlânın emri ile İsrâfîl aleyhisselâmın ikinci defâ sûra üfürmesi ile bütün ölülerin yeniden dirilip, hayât bulmalarından, yeni bir hayâtın başlamasından sonra, herkesin bulundukları yerden, kabirlerinden kalkıp, mahşer (Arasât meydânı) denilen yerde toplanıp, dünyâda yaptıklarından hesâba çekilecekleri ve herkesin Cennet’e veya Cehennem’e gidinceye kadar devâm edecek olan zaman yine kıyâmettir. Bu zamâna “kıyâmet günü” de denir.

 

Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki:

 

“…O (Allahü teâlâ), elbette sizi kıyâmet günü, mahşerde (Arasât meydanında) kabirlerinizden toplayacaktır. Bunda aslâ şüphe yoktur…” (Nisâ sûresi, 87)

 

“Kıyâmet muhakkak gelecektir. Bunda hiç şüphe yoktur.” (Hac sûresi, 7)

 

“Ey insanlar! Rabbinizin azâbından korkun. Muhakkak kıyâmetin zelzelesi (sarsıntısı) pek büyük bir şeydir. Onu gördüğünüz gün, analar, emzirdikleri çocuklarını bırakıp unuturlar, hâmile kadınlar çocuklarını düşürürler. O günün dehşetinden, sen insanları sarhoş bir hâlde görürsün, hâlbuki onlar sarhoş değildirler. Fakat Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir.” (Hac sûresi, 1-2)

 

“Kıyâmet, kötü insanlar üzerine kopar (iyi insanlar bulundukça, Allahü teâlâ kıyâmeti koparmaz).” (Müslim)

 

“Yeryüzünde, Allah diyen bir kimse kalıncaya kadar kıyâmet kopmaz.” (Şir’atül-İslâm)

 

Kıyâmetin (sâatin) kopması, Allahü teâlânın emri ile İsrâfîl aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulmasıdır.




Kategori içindeki yazılar: Ramazan Ayvallı