Orucun toplum açısından önemi…

Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde aksetmesini, yansımasını sağlar.

 

 

 

İslâmın beş şartından biri ve kıymetli bir bedenî ibâdet olan orucun, fert bakımından pek çok faydaları yanında, toplumun huzûruna sağladığı çok önemli faydaları da vardır. Oruç, insanın şefkat ve merhamet duygularını geliştirerek bunun topluma sevgi ve yardım şeklinde aksetmesini, yansımasını sağlar.

 

İbâdetlerin faydaları sadece fertlerle sınırlı değildir. Bazı ibâdetler, toplumun düzen ve âhengini önemli ölçüde etkiler. Meselâ oruçta bu özellik çok bâriz ve belirgin bir şekilde gözlemlenir. Cemâatle kılınan namazların, sosyal ilişkiler açısından ne kadar önemli etkisi olduğu da ortadadır.

 

Ramazân ayının manevî atmosferi içinde, [eğer bir senesi dolarak vakti gelmişse farz olan zekâtın yanında], her türlü sadaka ve maddî yardımlaşmanın da zenginleştirdiği bir ihsân ortamında, nice bunalmış insanların sıkıntı ve problemlerine çözüm ve râhatlık sağlandığı herkesin bildiği bir gerçektir.

 

Hayâtında açlık nedir bilmeyen bir insan, yoksulların çektiği açlık ve sıkıntıyı gerektiği şekilde anlayamaz. “Bir eli yağda, bir eli balda” olan varlıklı bir kimse, yoksulların çektikleri ızdırapları, yüreğinde gereği gibi duyamaz.

 

Fakat oruç tutan kimse, açlığın ne demek olduğunu bizzât tatmış olduğundan, yokluk içinde kıvranan fakîrlerin, kimsesizlerin çektikleri sıkıntıları, içinde duyarak kendisindeki şefkat ve acıma duyguları gelişir. Bunun sonucu olarak da, fakîrlere yardım elini uzatarak sıkıntılarını giderir, toplumun huzûr ve mutluluğuna katkıda bulunur.

 

Peygamberimizin, “Yanı başında komşusu aç olduğu hâlde, kendisi tok yaşayan, kâmil mü’min değildir” meâlindeki, anlamındaki hadîs-i şerîfi, konunun önemini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

 

Bizim için en güzel örnek olan sevgili Peygamberimiz, insanların en cömerdi idi. Ramazân ayında ise, cömertliği zirveye çıkar, doruk noktasına ulaşır, elinde ne varsa yoksullara dağıtırdı.

 

Peygamberimizin mübârek hanımı Hazret-i Âişe annemiz (radıyallahü anhâ) diyor ki: “Allahü teâlânın Resûlü, üç gün peş peşe karnını doyurmamıştır; isteseydi doyururdu. Lâkin o, yoksulları doyurup kendisi aç kalmayı tercîh ederdi.”

 

Onun ahlâk ve fazîlet dolu yaşayışını örnek alan Müslümânlar da, aynı davranışları sergilemektedirler.

 

Hazret-i Ömer‘in (radıyallahü anh) halîfeliği zamanında, dokuz ay süren bir kıtlık olmuştu. Halîfe“ihtiyaç sahipleri bize gelsin” diye halka duyuru yapmış; kendisi ise, Müslümânlar bolluğa kavuşuncaya kadar, ekmekle beraber zeytin yağından başka katık yemeyeceğine dâir yemîn etmişti ve yemînini de yerine getirdi.

 

Mukaddes dinimiz İslâmiyet, bütün Müslümânları tek bir vücut gibi kabûl etmiş, Müslümânların birbirlerinin dertleri ile ilgilenmelerini istemiştir.

 

Peygamber Efendimiz “Müminlerin birbirlerini sevme ve acıyıp meyletmedeki misâli, cesed misâlidir. Cesedden, vücuttan bir uzuv (organ) şikâyetlenince, diğer organlar, uykusuzluğa, sıtmaya, harârete marûz kalmak suretiyle ona iştirâk ederler” buyurmuştur.

 

 

 

Prof. Dr. Ramazan Ayvallı’nın önceki yazıları…




Kategori içindeki yazılar: Ramazan Ayvallı