İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’den itibâren bütün Peygamberlere (aleyhimüsselâm) ve ümmetlerine oruç farz idi.
Bütün Ülü’l-azim Peygamberler, Resûller ve sayılarını kesin olarak bilemediğimiz Nebîler (Peygamberler) (aleyhimüsselâm), insanlığı kendileri gibi birer mahlûk olan varlıklara tapınmak karanlığından kurtararak, bütün varlıkların yaratanı ve hakîkî sâhibi olan Allahü teâlâya ibâdet etmenin şeref ve üstünlüğüne çağırmışlardır.
İnsanların, zaman zaman içine düştükleri birtakım vahîm yanlışlık ve bayağı işler, her zaman ve her mekânda, Allahü teâlânın gönderdiği Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve hak dinler vâsıtasıyla düzeltilmiş, îmân ve ibâdette, hak olan Ma’bûd’a (Allah’a) yönelmeleri emredilmiştir. Allahü teâlâyı sevmek ve saymak, O’nu tâzim etmek, O’na kulluk vazîfelerini yerine getirmekle olur.
İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’den itibâren bütün Peygamberlere (aleyhimüsselâm) ve ümmetlerine oruç farz idi. Oruç ibâdetiyle ilgili olarak, Kur’ân-ı Kerîm’de, Bakara sûresinin 183. âyet-i kerîmesinde, meâlen şöyle buyurulmuştur:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki (günâhlardan) korunursunuz; Allah’a karşı gelmekten sakınırsınız.” (Bakara,183)
Asılları semâvî dînler olan, ama bugün bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış hâlde bulunan Yahûdîlikte ve Hıristiyânlıkta da oruç vardı.
Davûd aleyhisselâm da, bir gün oruç tutar, bir gün yerdi. Bir sene böyle devâm ederdi. Bunun en fazîletli nâfile oruç olduğunu, Peygamber Efendimiz hadîslerinde haber vermiştir.
Aslı hak bir dîne dayanmayan, bâtıl, bozuk inançlarda da oruca benzer ibâdetler görülmektedir. Bu ibâdetler, daha önce o bölgelerde yaşamış olan hak Peygamberlerden kalmış olmalıdır. Ama bozula bozula, o dînlerin sâliklerinin şimdi tatbîk ettikleri hâle gelmiştir.
Asurlularda, Amerika’da Azteklerde, Babilonyada, Brahmanizm’de, Budizm’de, Güney Asya’daki Hint dînlerinde, Hinduizm’de, Maniheizm’de, Amerika’da Perulularda, Romalılarda ve Eski Yunan’da oruç tutulmakta idi. İlkellerin inancı olarak kabul edilen Totemizm’de de perhiz ve riyâzet gibi fiiller ile tövbe törenleri dinin esâsını teşkîl eder.
Ramazân-ı şerîfte, oruç tutmak çok sevâptır. Özürsüz oruç tutmamak büyük günâhtır. Hadîs-i şerîfte, “Özürsüz, Ramazânda bir gün oruç tutmayan, bunun yerine bütün yıl boyu oruç tutsa, Ramazândaki o bir günkü sevaba kavuşamaz” buyuruldu. (Tirmizî)
Ama dinî bir mazeret varsa, oruç tutmamak günâh olmaz. Açıktan oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur. Namaz kılmayanın da, oruç tutması ve harâmlardan kaçınması gerekir. Bunların da orucu kabûl olur ve îmânları olduğu anlaşılır.
İbâdetler üzerinde biraz düşünecek olursak; yirmi dört saatte bir sâat tutmayan bir zamânı, Allahü teâlânın emrini yapmak (namaz kılmak) için, 12 aydan bir ayını oruç tutmak için ayırmamak ve Cenâb-ı Hakk’ın ihsâniyle zengin olup da malının kırkta birini Müslümânlardan fakîr olanlara vermemek, mubâhları bırakıp da harâm ve şüpheli olan şeylere uzanmak, aslında aklı başında olan insanlar için büyük bir ayıp, büyük bir suç olur.