Kur’ân-ı kerîmde, oruçla ilgili âyetlerde, bu ibâdetin daha önceki ümmetlere, milletlere de farz kılındığı belirtilmektedir.
Elhamdülillah, 4 gözle beklediğimiz Ramazân-ı şerîf ayına, 01 Mart 2025 (01 Ramazân 1446) Cumartesi günü kavuştuk.
Bir hadîs-i kudsîde;
“Âdemoğlunun her ameli, kendisi içindir; oruç müstesnâ, o benim içindir ve onun karşılığını ben verceğim. Çünkü o, yemesini, içmesini ve şehevî arzûlarını benim için terk etmektedir” buyurularak oruç, Cenâb-ı Hakk’a tahsîs kılınmıştır; bu da oruç ibâdetinin yüksek derece ve fazîletini bildirmektedir.
Allahü teâlâ, “Oruç bana mahsûstur” buyurmakla, ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevâbın muayyen bir ölçüsü de yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevâp verilecektir.
Ramazân ayında günâh işlemekten çok sakınmak gerekir. Yine Cuma günü yapılan ibâdetlere kat kat sevâp verildiği gibi, işlenen günâhlar da iki kat yazılır.
Allahü teâlâ, mekândan münezzeh olduğu hâlde, Kâbe-i muazzama için “beytî = evim” buyurmuştur. Yeryüzünün tamâmı Allahü teâlânın mülkü olduğu hâlde, Mescid-i Harâma, Kâbe-i şerîfe’ye “Beytullah” yani “Allah’ın evi” denmesi de, ona şeref vermek içindir.
Orucun sevâbı, diğer ibâdetlere göre daha fazladır. Diğer bir hadîs-i kudsîde de;
“Her iyiliğe, on mislinden 700 misline kadar sevâp verilir. Fakat oruç bana mahsûstur, onun mükâfâtını ben veririm. Çünkü kulum, benim için yeme-içmesini ve şehvetini bırakmıştır” (Buhârî) buyurulmuştur. Her iyiliğin sevâbını, Allahü teâlâ verdiği hâlde, orucun sevâbı için, “Onun karşılığını ancak ben veririm” buyurması çok manidârdır.
Burada, şu husûsu önemle vurgulamalıyız ki, bizim ibâdetlerimizin Allahü teâlâya hiçbir faydası olmadığı gibi, O’nun da bizim ibâdetlerimize hiçbir ihtiyâcı yoktur. Her insanın yaptığı ibâdetin faydası, yalnız kendisinedir. İnsanların ibâdet ve isyânları, Cenâb-ı Hakk’ın celâli, azameti, büyüklüğü karşısında aynıdır… Bütün insanlar, cinnîler ve diğer mahlûkât, Allahü teâlâya, en müttakî bir kul gibi ibâdet etseler, O’na herhangi bir faydası olmaz. Bunun tersine bütün mahlûkât, O’na küfretseler, bunun da herhangi bir zararı olmaz.
Kur’ân-ı kerîmde, oruçla ilgili âyetlerde, bu ibâdetin daha önceki ümmetlere, milletlere de farz kılındığı belirtilmektedir.
Nitekim bugün bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış Yahûdîlikte ve Hıristiyânlıkta da oruç vardı. Hattâ, aslı hak bir dîne dayanmayan beşerî, bâtıl, bozuk inançlarda da oruca benzer ibâdetler görülmektedir. Bu ibâdetler, daha önce o bölgelerde yaşamış Hak Peygamberlerden kalmış olabilir; ama bozula bozula bugünkü hâle gelmiştir.