“Âhiret yolcusunun, ibâdetle ihyâ edilmesi kuvvetle müstehab olan mübârek gece, [gün ve ay]ları boş geçirmesi uygun değildir…”
Geçen haftadan beri üzerinde durduğumuz mübârek geceler, günler ve aylar, aslında bizler için çok büyük birer fırsattır. Günahkâr ve yaratılış gâyesini unutan insanlara, kerem ve ihsân sâhibi yüce Allah tarafından tanınan ve eğer iyi değerlendirilebilirse çok büyük kazançlara vesîle olan zamanlardır.
Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Gazâlî hazretleri buyuruyor ki:
“Âhiret yolcusunun, ibâdetle ihyâ edilmesi kuvvetle müstehab olan mübârek gece, [gün ve ay]ları boş geçirmesi uygun değildir. Çünkü bunlar, hayır mevsimleri ve kârı bol olan gece, [gün ve ay]lardır. Kazançlı mevsimleri ihmâl eden tüccâr, bir kâr sağlayamadığı gibi, mübârek gece, [gün ve ay]ları gafletle geçiren âhiret yolcusu da maksada ulaşamaz.”
Allahü teâlâ, bütün nimetlerinin en üstünü, en kıymetlisi olarak, doğru yolu, seâdet ve kurtuluş yolunu gösteriyor. Yoldan sapmamak ve Cennet’e girmek için teşvîk buyuruyor. Cennet’teki sonsuz nimetlere, bitmez, tükenmez zevklere ve kendi rızâsına, sevgisine kavuşabilmemiz için, sevgili Peygamberine (sallallahü aleyhi ve sellem) uymamızı emrediyor.
Büyük âlim ve velîlerden İmâm-ı Rabbânî’nin ifâde ettiğine göre, Peygamber Efendimizin gösterdiği İslâmiyet yolunda bulunabilmek ve O’nun Sünneti üzere yaşayabilmek için; önce doğru bir şekilde îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekrûhlardan sakınmak, daha sonra sünnet ve müstehabları yapmak lâzımdır.
Bizlere her nimeti gönderen ve en büyük nimet olarak, Müslümân yapmakla, kendisine kul ve Habîbi Muhammed aleyhisselâma ümmet kılmakla şereflendiren Allahü teâlâya ne kadar hamd ve şükretsek azdır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (kaddesallahü sirrehül-azîz), “İ’tikâdnâme” isimli Farsça kitâbının başına, İmâm-ı Rabbânî’nin (kuddise sirruh) “Mektûbât-ı şerîfesi”nden bir mektûb koymuştur. İmâm-ı Rabbânî hazretleri o mektûbunda buyuruyor ki:
“İyice düşünmeli ve anlamalıdır ki, herkese her ni’meti gönderen, yalnız Allahü teâlâdır. Her şeyi var eden, ancak O’dur. Her varlığı, her ân varlıkta durduran hep O’dur. Kullardaki üstün ve iyi sıfatlar, O’nun lutfu ve ihsânıdır. Hayâtımız, aklımız, ilmimiz, gücümüz, görmemiz, işitmemiz, söyliyebilmemiz, hep O’ndandır. Saymakla bitirilemeyen çeşitli nimetleri, iyilikleri gönderen hep O’dur. İnsanları güçlüklerden, sıkıntılardan kurtaran, duâları kabûl eden, derdleri, belâları gideren hep O’dur. Rızıkları yaratan ve ulaştıran yalnız O’dur…” (c. III, 17. mektûb)
Yine İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî (rahmetullahi aleyh) buyurmuştur ki: “…Allahü teâlânın ihsânı o kadar boldur ki, günâh işleyenlerin rızıklarını kesmiyor. Günâhları örtmesi o kadar çoktur ki, emrini dinlemeyen, yasaklarından sakınmayan azgınları, herkese rezîl ve rüsvâ etmiyor ve nâmûs perdelerini yırtmıyor. Afvı ve merhameti o kadar çoktur ki, cezâyı ve azâbı hak edenlere azâb vermekte acele etmiyor. Ni’metlerini, ihsânlarını, dostlarına ve düşmânlarına saçıyor. Kimseden hiçbir şey esirgemiyor…” [Mektûbât-ı Rabbâniyye, c. III, 17. mektûb]