Bakara sûresinin son iki âyeti, mi’râc dönüşü Resûlullah Efendimizin biz ümmetine getirdiği en değerli hediyeler arasındadır.
Resûlullah Efendimizin, ümmetinden şirk koşmayanların Cennete girecekleri müjdesi, îmân esâslarıyle ilgili Bakara sûresinin son iki âyeti, mi’râc dönüşü biz ümmetine getirdiği en değerli hediyeler arasındadır.
Ayrıca, beş vakit namaz, bu zamanda farz kılınmıştır. Daha önce 2 vakit [sabâh ve ikindi namazları] kılınırken, bu gecede 5 vakte çıkarılmıştır.
Yine bu gecede, bizzat Allahü teâlâ tarafından, Peygamber Efendimize vahyedilen İsrâ sûresinin 23. ilâ 39. âyetleri arasında belirtilen 12 madde bildirilmiştir:
“Allaha hiçbir sûrette şirk koymayın. Anne ve babanıza hürmet ve itâat edin. Hısım ve akrabâya, fakîr ve yoksullara, gurbette kalmış kimselere, yolculara yardım edin. Geçim endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Yetîmlerin mallarına dokunmayın; onlara hoş muâmele edin. Zinâya yaklaşmayın. Haksız yere kimseyi öldürmeyin. Verdiğiniz sözü tutun. Ölçü ve tartıda doğruluğa dikkat edin. Bilmediğiniz bir şeyin ardına körü körüne takılıp gitmeyin. Yeryüzünde kibir ve gurûr taslayarak yürümeyin.”
Peygamber Efendimiz, bu gecede, Cebrâîl aleyhisselâmın geçemediği noktadan ötelere geçmiş, arada vâsıta olmaksızın, bilinmeyen bir şekilde mekânsız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak Allahü teâlâyı görmüş ve konuşmuştur.
Bu münâsebetle, biz, bugün bir nebze, namazdan bahsetmek istiyoruz.
Namaz, vakitli yanî vakitleri belli bir ibâdettir. Vaktinde kılmak gerekir. Bir vakit namazı kazâya bırakmak, çok büyük günâhtır. Kazâ edilse bile, günâhı affolmaz. Ayrıca tevbe etmek gerekir. Namazı, kazâya bırakmak büyük günâh olduğu gibi, kazâsını geciktirmek de büyük günâhtır. Bu büyük günâh, kazâ kılacak kadar zaman geçince, bir misli artar. Kazâ etmeyi geciktirince de, tevbe etmek farz olur. Mühim bir usûl-i fıkıh kâidesi şudur: “Edâsı farz olan ibâdetlerin kazâsı da farzdır; edâsı vâcib olan ibâdetlerin kazâsı da vaciptir.”
Peygamber Efendimiz, “Namaz, dînin direğidir” buyuruyor. (Taberânî, Beyhekî) Direksiz binâ olmadığı gibi, namazsız da Müslümânlık olmaz. Bir hadîs-i şerîf meâli de şöyledir: “Allahü teâlâ [hadîs-i kudsîde] buyuruyor ki, bir kimse farzı yapmakla bana yaklaştığı gibi, hiçbir şeyle yaklaşamaz.” [Beyhekî]
İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurmuştur ki:
“Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetin hiç kıymeti yoktur, deniz yanında damla bile değildir. Sünnetlerin farzlar yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir. Mel’ûn şeytân, müminleri aldatarak, farzları küçük gösteriyor, nâfileyi teşvîk ediyor. Hâlbuki bir altın zekât vermek, yüz bin altın sadaka vermekten daha sevaptır.) [Mektûbât-ı Rabbâniyye, c. 1, m. 29, 260, c. 3, m. 17]
Bir Müslümân için en önemli ibâdet namazdır. Dünyâ ve âhiret saâdetimiz için, işlerimizin hayrını görmek için, namazı öne almalı, namaz kılmadan işe başlamamalı. Namaza mâni olan işte hayır olmaz. İş aksayabilir, ama namaz aslâ aksamaz. Namazı aksatanın işinde hayır olmaz. İşi esâs alıp namazı ikinci plana atmak, sâlih Müslümâna yakışmaz. Onun maksadı namazdır, onun en zevkli anı namazdadır. Namazı gâye bilenin, diğer işleri de kolaylaşır.