Eshâb-ı kirâm da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, i’tikâd bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu…
Kur’ân-ı kerîmde meâlen, “…Fırkalara ayrılmayın=Parçalanmayın…” buyurulmuştur. Bu âyet-i kerîme, muteber tefsirlerde belirtildiğine göre, “i’tikâdda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın” manâsındadır. Ya’nî “nefislerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru îmândan ayrılmayın” demektir. İ’tikâdda ayrılmak, parçalanmak elbette, kat’iyyen câiz değildir. Hadîs-i şerîfte de “Cemâatte rahmet, ayrılıkta azap vardır” buyurulmuştur.
Şu hâlde, “…Parçalanmayın…” âyet-i kerîmesi, “fıkıh bilgilerinde ayrılmayın” demek değildir. Ahkâmda, amellerde olan ictihâd bilgilerindeki ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshâb-ı kirâm da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, i’tikâd bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadîs-i şerîfte, “Ümmetimin ihtilâfı, ayrılığı [mezheplere ayrılması] rahmettir (rahmet-i İlâhiyyedir)” buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde ayrılmaları böyledir. (Abdülğanî Nablüsî, el-Hadîkatü’n-Nediyye)
Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki: “Benî İsrâîl, yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem’e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur. Nasârâ (hıristiyânlar) da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştı. Yetmiş biri Cehennem’e gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetim de yetmiş üç kısma ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem’e gidip, yalnız bir fırkası kurtulur. Cehennem’den kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir.” [Tirmizî]
“Ehl-i Sünnet” terimi, daha ziyâde izâfet (tâmlama) hâlinde, ya’nî “Ehl-i Sünnet İ’tikâdı veya Akîdesi”, “Ehl-i Sünnet Mezhebi”, “Ehl-i Sünnet Yolu”, “Ehl-i Sünnet Fırkası”, “Ehl-i Sünnet ve Cemâat fırkası”, “Ehlü’s-Sünneti ve’l-Cemâa”, “Ehl-i Sünnet Âlimleri…” şeklinde kullanılır. Kitaplarda “Ehl-i Sünnet” için “Ehl-i Hak (Doğru yolda olanlar)” ta’bîri de kullanılmaktadır.
“Ehl-i sünnet vel-cemâat” ulemâsı demek, “Resûlullahın ve Eshâb-ı kirâmının gittikleri doğru yolda bulunan âlimler” demektir. “Hak olan cemâat” ve 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan “Fırka-ı nâciye” bunlardır.
Yukarıdaki terimde geçen “Sünnet=yol” demektir. “Sünnetullah=Allah’ın yolu” demektir. Yine “Sünnet=âdet, kânûn” ma’nâlarına da gelir. Meselâ, “Allah’ın sünneti=Allah’ın kânûnu” demektir. Bu, Kur’ân-ı kerîmde “sünnetullah” olarak geçmektedir. “Allah’ın sünnetinde [kânûnunda] aslâ bir değişiklik bulamazsın” buyuruluyor. [Ahzâb 62, Fetih 23, Fâtır 43]
“Sünnet-i Resûlillah=Resûlullahın yolu” demektir. Sahâbîlerin de sünneti olur. “Hazret-i Ebûbekir’in sünneti”, “Hazret-i Ömer’in sünneti”, “Hazret-i Osmân’ın sünneti”, “Hazret-i Ali’nin sünneti” gibi. Nitekim hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “Benim Sünnetime ve benden sonra da hidâyete erdirilmiş olan Hulefâ-i râşidînin sünnetine sımsıkı sarılın.” [Buhârî]