Allahü teâlâ, bilenlere danışmayı emretti. İstişareden sonra tevekkülü emreyledi.
Muhammed Sıddîk hazretleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunu, Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma’sûm Fârûkî hazretlerinin en küçük oğludur. 1649 (H.1059) senesinde Serhend’de dünyâya geldi. Babasının mübârek teveccühleri altında yetişti. Zamânındaki ilimleri öğrenerek büyük bir âlim oldu. Tasavvuf yolunda yüksek derecelere kavuşarak zamânın kutublarından oldu. Ömrünün sonuna doğru saltanat merkezi olan Delhi’ye gitti. Zamanın pâdişâhı Muhammed Ferruh onun talebesi olmakla şereflenmişti. 1719 (H.1131) senesinde vefât etti. Sohbetlerinde şöyle anlatırdı:
Yüksek pederim Muhammed Ma’sûm Fârûkî hazretleri, Mektubatının 1. cild 182. mektubunda buyuruyorlar ki: “Sebeplere yapışmak lâzımdır. Bu ise, tevekküle muhâlif değildir. Sebeplerin tesîr etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen ve tesîri Allahü teâlâdan bekleyen ve tesîri tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesîr etmeyen, hayalî sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesîri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak lâzımdır. Ateş yakar. Fakat ateşe yakmak kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer. Bu şeye doyurma kuvvetini veren Odur. Lâzım olduğu zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allaha âsî olur…
Sebepler üçe ayrılır: Hayâlî sebepleri terk etmek, tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak vâcibdir. Şüpheli olanlar, bâzen kullanılır. Allahü teâlâ, meşveret etmeyi, bilenlere danışmayı emretti. Meşveret de, sebebe yapışmaktır. Meşveretten sonra tevekkülü emreyledi. Âhiret işlerine tevekkül olmaz. Bunlarda çalışmak emrolundu. Burada, azâbından korkmak ve merhametinden ümitli olmak lâzımdır. Allahü teâlânın keremine, ihsânına güvenmeli ve emrolunan ibâdetleri yapmalıdır. Şeriate uymamız, yâni emredilenleri yapmamız ve yasak edilenlerden sakınmamız vazîfemizdir. Tevekkül budur ve kulluk böyle olur. Din bilgilerini ve fen bilgilerini öğrenmek ve cihâd yapmak için en yeni silâhları yapmamız da ibâdettir. Başkalarının düşüncelerini keşfetmek, gaybdan haber vermek, duâlarının kabûl olması ve hârikalar, kerâmetler göstermek, Allahü teâlânın sevgisini göstermez. Bunlar kâfirlerde de bulunur. Onlara (İstidrâc) olarak verilir. Bunlar, riyâzet, sıkıntı çekenlerde hâsıl olduğu gibi, riyâzet çekmeyenlere de verilebilir. Velînin de, riyâzet çekmesi ve kerâmet göstermesi şart değildir.