Bir gün bir kuyumcu, Nil Nehri’ne girdi. Sudan başını çıkarınca, kendini Dicle kenarında buldu!..
Şeyh Mûsâ Sedranî hazretleri evliyânın büyüklerindendir. On ikinci asırda yaşamıştır. Şihâbüddîn-i Sühreverdî hazretlerinin oğlu şöyle anlatır:
-Şeyh Mûsâ’nın talebelerinden biri; “Bir gece onunla birlikte Kâbe’yi tavâf ettim. Kur’ân-ı kerîm okumaya başladı. Fâtiha sûresinden başlayıp, Hacer-ül-esvedden Kâbe’nin kapısı karşısına kadar dört adımlık yeri yürüyene kadar kısa zamanda bir hatmi tamamladı” dedi. Bunun üzerine babam Şihâbüddîn-i Sühreverdî’ye; “Bu hâl zamânın genişlemesi kâbilinden ve evliyâda hâsıl olan bir hâl midir?” dedim. Babam; “Öyledir” dedi. Bu hâdiseyi isbat için de şöyle anlattı:
“İbn-i Sekîne’nin kuyumculuk yapan bir müridi vardı. Bir Cumâ günü seccâdeleri alıp birbirine bağladı. Dicle Nehri kenarına gitti. Gusül abdesti almak için nehre girdi. Suya girip çıkınca baktı ve oranın Dicle Nehri olmadığını gördü. ‘Burası neresidir?’ diye bir kimseden sorunca; ‘Mısır’dır ve bu nehir Nil Nehri’dir’ dediler. Hayret edip, oradan şehre gitti… Bir kuyumcu dükkânına vardı. Üzerinde sâdece örtünecek kadar bir bez vardı. Kuyumcu onun da kuyumcu olduğunu ve başından acâib bir hâdisenin geçtiğini anladı. Ona hoş muâmele yapıp evine götürdü. Onu kızı ile nikâhladı. Bu evlilikten üç çocuğu oldu. Bu hâl üzere yedi sene geçti…
Bir gün Nil Nehri’ne gidip suya girdi. Sudan başını çıkarınca, kendini Dicle kenarında buldu. Yedi sene önce suya girdiği yer ve elbiseleri de koyduğu yerde duruyordu. Elbiselerini giyinip dergâha gitti. Dervişlerin seccâdelerini bağladığı gibi buldu. Ona çabuk ol cemâat mescide girmeye başladı demeleri üzerine, seccâdeleri mescide götürdü. Namazdan sonra da dergâha döndü. Başından geçen hâle çok şaşırmış bir hâlde evine döndü… Hanımı; ‘Misâfirler için balık pişirmemizi istemiştin. Balık pişti hazır, misâfirleri getir’ dedi. Gidip misâfirleri getirdi balık yediler. Sonra hocası İbn-i Sekîne’nin evine gidip, başından geçen hâdiseyi anlattı… ‘Mısır’daki çocuklarını gidip getir’ buyurdu. Bilâhare gidip getirdi…
Hocası ona; ‘Sen Dicle’ye girdiğin sırada hatırında ne vardı?’ diye sorunca; ‘Hatırımda meâlen; (Rabbinin indinde bir gün, saydığınızdan bin sene gibidir) buyurulan âyet-i kerîme vardı. Bunu düşünüyordum’ dedi. Hocası; ‘Bu hâl, Allahü teâlânın rahmetidir. Senin müşkülünün halli ve îmânının tashihidir. Allahü teâlâ bâzı kullarına mahsus olmak üzere zamânı böyle uzun yapmaya ve yine kısa göstermeye kâdirdir’ buyurdu.”