İstanbul; krallara taç giydiren, sultânları kucaklayan bir şehirdir. Dünyâ çapında bir târih ve kültür başkenti idi, kezâ zamanının en büyük İslâm devletinin de başkenti idi.
Târihçi Yılmaz Öztuna diyor ki [Türkiye Gazetesi – 04 Temmuz 2009 Cumartesi, Başyazı]:
İstanbul, Büyük Konstantin tarafından 11 Mayıs 330’da, Roma Cihân İmparatorluğunun taht şehri (başşehir=başkent) ilân edildi. 29 Mayıs 1453’e kadar 1123 yıl, 19 gün, Roma ve Bizans İmparatorluklarının taht şehri olarak kaldı.
Osmânlı Türk Cihân İmparatorluğunun taht şehri olması, 18 Kasım 1922’ye kadar 469 yıl, 5 ay, 20 gündür. Bu sûretle toplam 1592 yıl, 6 ay, 9 gün İmparatorluk pâyitahtı/taht şehri oldu.
Cihân İmparatorlukları buradan yönetildi. Hılâfet’in (halîfeliğin) taht şehri olması ise, 29 Ağustos 1516’dan 3 Mart 1924’e kadar 407 yıl, 6 ay ve 5 gündür. İşte İstanbullu, böylesine bir beldenin hemşehrîsi, sâkini olmakla müftehirdir, iftihâr etmektedir.
İstanbul deyince evvelâ hâtıra, İstanbul’un ma’nevî sultânı Hâlid bin Zeyd gelir. Onun künyesi “Ebû Eyyûb”dur. Medîneli Müslümânlardan olduğu için “Ensârî” nisbesiyle meşhûr olmuştur. 670 (H. 50) senesinde İstanbul’da şehîd oldumuştur. Peygamber Efendimizin “mihmândârı” olmuştur; yâni Mescid yapılıncaya kadar, onu yedi ay evinde misâfir eden sahâbîdir.
Peygamber Efendimiz, Mekke’den Medîne’ye hicret etmeden önce bi’setin, yâni Peygamberliğinin bildirilmesinin 11. (onbirinci) senesinde Müslümân oldu. İkinci Akabe bîatinde bulunarak Resûlullah Efendimizin sohbetiyle şereflendi. Böylece Eshâb-ı kirâm ve Ensâr-ı kirâmdan oldu. Hanımı Ümmü Eyyûb da Müslümân olup, Peygamber Efendimize hizmetle şereflendi.
Ebû Eyyûb-i Ensârî; Bedir, Uhud, Hendek, Hudeybiye ve diğer bütün gazvelerde (harplerde), Resûlullah Efendimizin yanında bulundu ve hayır duâlarına kavuştu. Birçok muhârebede “alemdarlık=sancakdârlık=bayraktârlık” hizmeti ile şereflendi.
Hâlid bin Zeyd Hazretleri, Cemel ve Sıffîn vak’alarında, Hazret-i Ali’nin yanında bulundu. Onun kumandânları arasında yer aldı. Sûriye ve Filistîn muhârebelerinde, Mısır ve Kıbrıs’ın fethinde bulundu.
Bilindiği üzere, Kur’ân-ı kerîmde “Fetih sûresi”nin 1. âyet-i kerîmesinde “fethan mübînâ” lafızlarıyla Mekke-i mükerremenin fethi mevzû-i bahis edilmiştir. “Feth-i mübîn” terimi, edebiyâtımızda bir de “İstanbul’un fethi” için kullanılmıştır. Buna dâir pekçok makâle ve şiir de yazılmıştır.
Ebû Eyyûb (radıyallahü anh), ihtiyâr olduğu hâlde, Hazret-i Muâviye’nin, 670 (H. 50) senesinde İstanbul’un fethi için teşkîl ettiği orduya da katıldı. Süfyân bin Avf-ı Ezdî kumandasındaki bu ordu ile İstanbul’u almaya geldi.
Peygamber Efendimizin; “Kostantîniyye’de kalenin yanında sâlih bir insan defnolunacaktır” hadîs-i şerîfini rivâyet etti ve “Şâyet burada vefât edersem, cenâzemi hemen defnetmeyin. Ordunun gidebileceği yerin en ileri noktasına kadar götürün ve beni oraya defnedin” diyerek vasiyet etti. Sonra mübârek rûhunu teslim ederek şehîd oldu. [Cenâb-ı Hak, hepimizi onun şefâatlerine nâil eylesin inşâallah.]
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı