İslamiyetle şereflenen Bizanslı üç papaz!..

Padişah tarafından Osmanlı ülkesini gezmekle vazifelendirilen papazlar, İstanbul’daki Hristiyan mahallelerini de görmek istediler…

 

 

 

 

 

İstanbul’un fethinde zindandan çıkarılıp serbest bırakılan papazlar, Anadolu seyahatlerine devam ettiler… Yine bir gün, bir mahkemeye şahit oldular. Kâdı efendi, davacıya söz hakkı verdi. O da meseleyi şöyle anlattı:

 

“Bir hafta önce bu kardeşimden bir at satın aldım. Evime götürüp bakımını yaptım. Ancak birkaç gün sonra at rahatsızlandı. Atın daha önceden hasta olması mümkün olabileceği gibi, ben aldıktan sonra da hastalanması mümkün idi. Atı satın aldığım arkadaşa bir şey diyemedim. Gelip durumu size arz edeyim ki, aramızı bulasınız diye düşündüm. Ancak o gün sizi bulamadım. Siz şehir dışına gitmiştiniz. Siz geri gelmeden de at öldü. Hükmünüzü talep ederim.”

 

Kâdı efendi düşündü. At ölmüş, onlar arasında dava bitmişti. Suç kendisinindi. Atı satanı suçlayamazdı. Çünkü atın durumu ortaya çıkmamıştı. Öbürü de vaktinde müracaatını yapmıştı. Tek eksik taraf; kendisinin şehirde, vazife yerinde bulunmaması idi. O hâlde atın ücretini o ödemeliydi. Atın fiyatını öğrenip, kendi cebinden bedelini verdi.

 

Böyle âdil bir kâdı efendinin ve böyle âdil bir mahkemenin mevcudiyetini akıllarına sığdıramayan Bizanslı papazların hayretlerinden ağızları açık kaldı… Hatta gerektiğinde padişahın da mahkemeye çağrılıp hakkında gerekli hükmün verildiğine şahit olup çok hayret ettiler!..

 

Papazlar, fetihten sonraki İstanbul hayatını da çok merak ediyorlardı. Müslümanların oturdukları, yeni  yerleşmekte oldukları mahallelere gittiler. Onların tam bir teslimiyet ve sükûnetle işlerini yaptıklarını, tam bir temizlik ve titizlikle eşyalarını yerleştirdiklerini gördüler. İstanbul bambaşka olmuş, sanki birkaç ay önceki Bizans gitmiş, başka bir İstanbul gelmişti…

 

Padişah tarafından Osmanlı ülkesini gezip görmekle vazifelendirilen papazlar, İstanbul’daki Hristiyan mahallelerini de görmeden edemediler. Bugünkü Fatih Camii’nin doğu taraflarına ve Fener’e doğru gittiler. Hristiyanlar bile değişmiş, sokaklardaki pislik azalmıştı. Kimse kimseye zulmetmeye cesaret edemiyordu. Herkes sessiz sakin işine devam ediyor, eskisi gibi içip içip, sokaklarda nâralar atamıyor, kimseyi rahatsız edemiyorlardı. Hristiyanların en fakirine bile ev verilmiş, kimse aç ve açıkta bırakılmamıştı. İstanbul’da herkes huzur içerisinde idi.

 

Papazlar, bütün bunları gezip gördükten sonra, birkaç gün dinlenip düşündüler, izin isteyip padişahın huzuruna çıktılar. Gördüklerini bir bir arz edip; “Bu millet ve devlet, böyle giderse, kıyamete kadar devam eder” dediler. “Böyle bir ahlak ve yaşayışa sahip olan insanların dini, elbette Allahü teâlânın hak dinidir” dediler ve Kelime-i şehadeti söyleyip Müslüman olmakla şereflendiler…

 

Tarih boyunca nakledilegelen bu hadiseler, başka birçok nasipli kimsenin de Müslüman olmasına sebep olmuştur.

 

 

 

Salim Köklü’nün önceki yazıları…  




Kategori içindeki yazılar: Salim Köklü