İbni Sînâ’nın bozuk düşünceleri, Ehl-i sünnet îtikatına uygun değildir!
Hâlid Cezerî hazretleri Osmanlı velîlerindendir. Cizre’de doğdu. 1839 (H.1255) senesinde Şırnak’ın Basret köyünde vefât etti. İlim tahsiline Cizre’de başladı. Sonra, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinden zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendi. İnsanları irşad için icâzet aldı. Bir müddet Cizre’de insanlara dîni öğretmekle, vaaz ve nasihatle meşgul oldu. Sonra Şırnak’ın Basret köyüne gitti. Bu köyde bir câmi ve tekke yaptırıp orada ikâmet etti. Bulunduğu bölgede, Siirt’te ve Mardin havâlisinde nâmı duyulup, pekçok insan sohbetine geldi. Devrin ve bölgenin meşhur âlimi Molla Halil Si’ridî de merkebine binip onun bulunduğu Basret köyüne kadar gider sohbetinde bulunurdu. Bir sohbetinde şöyle anlattı:
(Tasavvuf), seyr ve sülûk demektir. Seyr ve sülûktan ve riyâzet çekmekten ve mücâhede yapmaktan maksat, mahlûklara olan meyli, muhabbeti yok etmektir ve kulluk yapmayı öğrenmektir ve insanın, âciz ve muhtaç olduğunu anlamasıdır. ‘Adem’den geldiğini ve ‘adem’e gideceğini idrâk etmesidir. Yoksa, insanın kulluktan kurtulması, mâbut olması ve mâbudun kemâlâtına ortak olması değildir.
Muhammed Behâüddîn Buhârî hazretleri, (Âbid, mâbut ile iştirâk edemez) buyurdu. İbni Sînâ’nın bozuk düşünceleri, Ehl-i sünnet îtikatına uygun değildir ve küfrüne ve dalâletine sebep olmaktadır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri 245 ve 266. mektûblarında, (İmâm-ı Gazâlî Hukemânın bozuk düşüncelerini yazdıktan sonra, Fârâbî ve İbni Sînâ’nın ve benzerlerinin kâfir olduklarını bildirdi. Resûlullah, bir velîye, rüyâda, İbni Sînâ için, (Allahü teâlânın çok ilim vererek, dalâlete sürüklediği kimsedir) buyurdu.
Sâlik, kalbine gelen hâlleri yanlış anlasa da, bir velîyi taklîd etmesi lâzımdır. (Tevhîd-i vücûd) bilgisi, akla ve nakle uygun görünüyor diyorsunuz. Nakil dediğiniz haberler, açık bildirilmiş değildirler. Böyle haberlere (Müteşâbihât) denir. Böyle haberler (Tevil) olunur. Yâni, meşhûr olmayan mânaları verilir. Aklın kabûl ettiği şeyler ise, inandırmak için söylenir. Sâhası çok geniştir. Celâlüddîn-i Devânî, böyle bilgilere akıl ermez dedi. Mevlânâ Câmî, (Akıl ermez demek, keşf ve müşâhede ile kalbde hâsıl olup, aklın anlayamayacağı şeylerdir. Aklın anladığı şeyleri, his kuvvetlerinin anlayamaması da böyledir) dedi. Meselâ akıl, güneşin yerküresinden büyük olduğunu anlıyor. Göz ise, güneşi pencerenin içinde gördüğü için, bunu anlayamıyor.