Hâşim-i Keşmî, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin ‘Mektûbât’ kitabının üçüncü cildini toplamıştır.
Hâşim-i Keşmî, İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin talebelerindendir. İran’da Bedâhşân’ın Keşm kasabasındandır. Önce Seyyid Mîr Muhammed Nûmân hazretlerinin huzûrunda tövbe edip, ona talebe oldu. Sohbetinde yetişip, Seyyid Mîr Muhammed’in işâreti ile, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetiyle şereflendi. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin talebelerine yazdığı mektuplarından meydana gelen Mektûbât kitabının üçüncü cildini 1623 (H.1033) yılında toplamaya başladı. Eseri 1630 (H.1040) senesinde tamamladı. En mühim eseri Berekât-ı Ahmediyye’dir. Bu eserini İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin vefâtından bir sene önce yazmaya başlayıp, 1627 (H.1037) senesinde tamamlamıştır. Kitap, belâgat ve fesâhat bakımından çok yüksek olduğu gibi, ihlâs ve muhabbetle yazıldığından, çok feyizli ve bereketlidir.
Evliyânın büyüklerinden Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri; “Berekât kitabını okumak, îmânın vicdânileşmesine sebep olur. Benim vardı. Seferde kayboldu. Bulursanız kabrimin başında okuyun” buyurmuştur. Kitabının önsözünde şöyle anlatıyor:
Devâmlı var olan ve O’ndan başkası O’nunla varlıkta duran Allahü teâlâya hamd ederim. Serâpâ nûr olan Peygamberimiz hazret-i Muhammed’e, Âline, Eshâbına, O’na tâbi olanların hepsine ve kıyâmete kadar O’nu sevenlere salât ü selâm ve iyi duâlar ederim. İlim ve irfân kaynağı, gizli ve âşikâr hazîneler sâhibi, temkin ve edeb sofrasının efendileri, Silsile-i zeheb halkasının mest olmuşları! Biliniz ki, kendi amelinden utanan bu hakîrin baba ve dedeleri, yüksek Kübreviyye yolunda idiler. Daha çocukluğumda, bu yolun büyüklerinden bâzılarının bereketli sohbetlerinde bulunmuştum. Fakat yaradılışım îtibârıyla ve aslî münâsebetim sebebiyle, daha gençliğimin, delikanlılığımın ilk zamanlarında gizli işâretler ve müjdelerle, kalbimi Silsile-i zehebden olan Nakşibendiyye’nin büyüklerine bağladılar. Ümid gözüm onların rahmet ve bereketi ile açılınca, bu büyük yolun yol göstericilerinden hangisinin, bu âcizin kolundan tutacağını bilemiyordum. Bu azîz ve çok yüksek silsileye girmek isteyenleri kabûl edenlerden hangisinin, bu kâbiliyetsizi, kerem ve ihsân ederek kabûl edeceğini anlayamıyordum. Bu düşüncenin devâm ettiği günlerde, o makâmlara kavuşmak istemenin verdiği arzû ile, elem ve sıkıntı içinde, dâimâ; “Haydi! Atımı hazırlayın, muhakkak Hindistan’a gitmem lâzımdır” diyordum…