“Bize bu kâfidir. Göreceğimizi gördük, Şa’bân-ı Velî’nin teveccühlerine kavuştuk…”
Şa’bân-ı Velî hazretleri Osmanlı âlim ve velîlerindendir. Kastamonu vilâyetinin Taşköprü kazâsında doğdu. Küçük yaşlarda İstanbul’a giderek tefsîr, hadîs , fıkıh ilimlerini öğrendi. Zâhirî ilimlerde yetişmiş bir âlim olarak Kastamonu’ya dönerken, Bolu’da Halvetî yolunun büyüklerinden Hayreddîn-i Tokâdî hazretlerine uğradı. Ona hizmet etmekle şereflenip, teveccühlerine kavuştu. Hocasının 1535 (H.941) de vefâtından sonra halîfesi oldu. Kastamonu’ya giderek, halkı irşâda, yetiştirmeye başladı. 1568 (H.976) da vefât etti.
Talebelerinden Mehmed Efendi anlattı:
Şa’bân-ı Velî hazretlerinin talebesi olmakla şereflendiğim sıralarda, onun pekçok kerâmetlerini gördüm, hâllerine şâhid oldum. Horasan evliyâsından biri, talebelerinden hâl ehli olan birkaçına; “Anadolu’da derecesi yüksek, pek kıymetli bir velî yetişti. Arzu ettiği an melekler âlemini seyretmektedir. Siz de ziyâretine gidiniz. Onun feyiz ve bereketine, teveccühlerine kavuşunuz” buyurdu…
O talebeler de Anadolu’ya doğru yola çıkıp Kastamonu’ya yaklaştılar. Bu sırada Şa’bân-ı Velî, iki talebesine bir ayna verip; “Horasan dervişlerinden üçü ziyâretimize gelmektedir. Aynayı bu gelenlere veriniz” buyurdu. Aynayı alan iki talebe, Horasanlı dervişleri karşılamaya çıktılar. Yolda karşılaştıklarında, emânet olan aynayı gelenlere verdiler. Horasanlı dervişler aynaya baktıklarında, içinde Şa’bân-ı Velî’nin tebessüm ederek kendilerine baktığını gördüler. Bu hâle hayret ettiler ve; “Bize bu kâfidir. Göreceğimizi gördük, Şa’bân-ı Velî’nin teveccühlerine kavuştuk” diyerek Horasan’a döndüler…
Murâd Halîfe ismindeki imâm, bir gün Şa’bân-ı Velî’yi ziyârete geldi. O sırada Şa’bân-ı Velî câminin bahçesinde talebeleriyle oturmuş sohbet ediyordu. Murâd Halîfe, bir müddet onların yanına oturup sohbeti dinlemeye başladı. Dinledikçe, Şa’bân-ı Velî hazretlerinin büyüklüğünü anlıyordu. Bir ara Şa’bân-ı Velî’nin mübârek başını câminin kubbesi yüksekliğinde gördü. Hemen varıp, Şa’bân-ı Velî’nin dizinin dibine oturdu ve elini öpmeye başladı. Talebelerden biri yavaşca; “Bu adam ne yapıyor? Durup dururken hocamızın elini öpüyor” deyince, yanındaki kalb gözü açılmış olan talebe de; “Eğer hocamızın mübârek başının Arş-ı âlâya değdiğini görse, zevkten helâk olurdu” dedi.