“Hocanın ölüm ânında ne işe yaradığını görelim!”

Kerîmüddîn Ebdâlî hazretleri Hindistan’ın büyük velîlerinden olup Kâbil ile Lâhor arasında, Osmanpûr beldesindendir. 1640 (H.1050) senesinde vefât etti. İlk tahsîline memleketinde başladı. Daha sonra Lâhor’a gitti. Oradan Serhend’e giderek İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin sohbetleriyle şereflendi, feyiz ve himmetlerine kavuştu. İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin feyiz ve himmetleri o kadar çok ve kuvvetliydi ki, daha sohbet olmadan, sâdece huzûrunda bulunmakla Kerîmüddîn’in hâli değişti. İnâyetlere kavuştu. Misline rastlanamayan bereketli nazarlar (bakışlar) altında, kısa zamanda çok ilerledi. Hazret-i İmâm ona icâzet verdi. İcâzet ile şereflendikten sonra memleketine dönerek talipleri yetiştirdi…

Kerîmüddîn’in talebelerinden biri hastaydı. Durumunu bildirdiler. Bunun üzerine Kerîmüddîn gelip o hasta talebenin yanında başka bir yatakta yattı. Allahü teâlâya yalvardı. Rüyâsında o talebesinin yaşayıp yaşamayacağını göstermesini diledi. Uykuya vardı ve rüyâsında siyahlar giyinmiş düşman askerleri ile kendi talebelerinin muhârebe ettiklerini, hasta olan talebenin ise, diğer askerlerden önde at koşturduğunu, kahramanca çarpışarak düşmana çok zâyiat verdirdiğini, yaralanıp attan düştüğünü ve atının onu bırakıp kalabalığa karıştığını gördü…

Uykudan uyandığında o talebesinin vefâtının yaklaştığını haber verip, eshâbına techiz, tekfin ve defin için hazırlık yapılmasını söyledi. Talebenin hastalığı ise ölüm şiddetinde görünmüyordu. Orada bulunan talebelerin hepsi hayret ettiler. Az bir zaman geçince, hastanın durumu ağırlaştı. Nefesi sıklaştı. Bu sırada orada bulunan ve tasavvuf ehlinin hâlini inkâr eden bâzı kimseler kendi kendilerine; “Hocalığın ve talebeliğin şu anda (ölüm ânında) ne işe yaradığını görelim” dediler. Onların bu düşüncelerini kalb yoluyla anlayan Kerîmüddîn hazretleri, açıktan;

“Ey Allahım! Vefât etmek üzere olan bu hastanın hakîkî tasavvuf büyüklerine bağlanması hürmetine, seni zikrettiğini bunlara da duyur!” diye duâ etti.

Bu söz daha bitmeden, o ölüm hastasının açıktan açığa “Allah! Allah!..” demeye başladığı duyuldu. Rûhunu teslim edinceye kadar böyle devâm etti. Bu apaçık kerâmete şâhid olan yabancılar inkârlarından vazgeçip, Kerîmüddîn’e bağlanıp talebelerinden oldular…


Vehbi Tülek

Kategori içindeki yazılar: Vehbi Tülek