Hak ile bâtılın mücâdelesi…

Allahü teâlâ, pekçok hikmetlere mebnî, babamız Hazret-i Âdem (aleyhisselâm) ile vâlidemiz Hazret-i Havvâ (radıyallahü anhâ)’yı, Cennetten çıkarıp dünyâya göndermiştir.

Bilindiği üzere, Allahü teâlâ, beşeriyeti, daha ilk insandan i’tibâren muallimsiz, mürşidsiz, rehbersiz, kılavuzsuz, öndersiz, muktedâ bihsiz, rol modelsiz bırakmamıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’den sonra, yeryüzüne nice Nebîler, Resûller ve Ülü’l-Azm Peygamberler gönderilmiştir.

Cenâb-ı Hak, bütün zaman dilimlerinde, muhtelif coğrafyalarda, pekçok kavme Peygamberler göndermiş; onlar da insanlara, O’nun emir ve yasaklarını teblîğ etmişler, îmân-küfür, hidâyet-dalâlet, hak-bâtıl, hayır-şer, iyi-kötü, güzel-çirkin, nûr-zulmet her şeyi bildirmişlerdir.

Allahü teâlânın, kullarına, râzı olduğu yolu göstermek için, çeşitli kavimlere, zaman zaman Peygamberler gönderdiği, akl-ı selîm sâhibi herkes tarafından kabûl edilecek olan çok açık bir husûstur.

Muhammed aleyhisselâmı, son Peygamber olarak bütün insanlara ve cinnîlere göndermiştir. O, her zamanda, her memlekette yanî dünyâ yaratıldığı günden kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiçbir kimse, hiçbir bakımdan, onun üstünde değildir.

Şurası muhakkak ki, ilk Peygamber Hazret-i Âdem’den (aleyhisselâm) son Nebî ve Resûl Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar, dâimâ hak ile bâtıl mücadelesi devâm edegelmiştir. İnsanları, dünyâda ve âhırette seâdete, selâmete, felâha ve necâta ulaştırmak için gönderilen Peygamberlere (aleyhimü’s-selâm) -küçük gruplar hâlinde olsun, büyük topluluklar hâlinde olsun- dâimâ karşı çıkanlar olmuş, bu mücâdele son ve en üstün Peygamber Muhammed aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm’a kadar devâm etmiştir; hak-bâtıl mücâdelesi hâlen de devâm etmektedir.

Şüphe yok ki, Allahü teâlânın ve Peygamberlerinin emir ve yasaklarına riâyet ederek yaşayan ferdler, âileler ve cemiyetler, çok huzûrlu, gâyet müreffeh birer hayât içerisinde olmuşlar, herkes adâlet, emniyet ve huzûr içerisinde, son derece medenî bir şekilde yaşamıştır.

Bizim mukaddes dînimizde, Peygamber Efendimizin teblîğâtında, yine çok zengin olan kültürümüzde ve yüksek medeniyetimizde, eğitimde işin esâsı, hem kendisine faydalı, hem de âilesine, milletine, vatanına ve devletine, İslâmiyete ve Müslümânlara, hattâ bütün insanlığa faydalı birer unsur meydâna getirmek olmuştur.

Sevgili Peygamberimiz “Ben, ancak bir muallim olarak gönderildim” buyurmuştur. Peygamberimiz, İslâm esâslarını öğretmek üzere çeşitli kabîlelere muhtelif öğretmenler göndermiştir.

Burada, zaman zaman sayıları 70’e kadar varan “Eshâb-ı suffe”yi hâtırlamalıyız. Onlar, bazen kabîlelere öğretmen olarak gitmişler, gerektiğinde de harplere mücâhid olarak katılmışlardır.

Şüphe yok ki, Sahâbe-i kirâm ve Tâbiîn devrinden başlayarak geniş İslâm dünyâsı içinde birçok âlim ve velî gelip geçmistir…





Prof. Dr. Ramazan Ayvallı

Kategori içindeki yazılar: Ramazan Ayvallı