Serûcî hazretleri buyurdu ki: “İbâdetlerde aşırı gitmemeli, kendini sıkıntıya düşürmemeli!”
Ahmed bin İbrâhim Serûcî hazretleri Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinin büyüklerindendir. 1239 (H.637) senesinde Mısır’da doğdu. Mısır’daki âlimlerden ilim öğrendi. Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini anlatan Hidâye kitabını ezberledi. Fıkıh, hadîs ve başka ilimlerde yükseldi. Çeşitli medreselerde ders verdi. Kâhire kâdısı oldu. 1301 (H.701) senesinde Kâhire’de vefât etti.
Şöyle anlatılır: Serûcî hazretleri hacca gittiğinde, Mekke-i mükerremede Allahü teâlâdan bir dilekte bulunmuştu ve bunu da hiç kimseye söylememişti. Bundan bir müddet sonra kendisine bir kimse gelerek dedi ki: Rüyâmda Resûlullah (sallallahü aleyhi ve selem) efendimizi gördüm. Sana, “Yanında (cebinde para olarak) ne varsa hepsini bana ver! Buna alâmet (işâret) istersen o da Mekke-i mükerremede, Allahü teâlâdan şu dilekte bulunmandır” diye söylememi emir buyurdular” dedi. O kimsenin sözlerini hayretle dinleyen Serûcî hazretleri; “Peki” dedi ve derhâl yanında bulunan yüz dînâr altın ve bin gümüşü çıkarıp o kimseye verdi. Sonra da; “Şâyet yanımda bundan daha fazla bir şey bulunsaydı. Onu da mutlaka sana verirdim. Çünkü bu emri Resûlullah efendimizden naklettiğine dâir bildirdiğin işâret mutlaka doğrudur” buyurdu.
Derslerinde buyurdu ki: “Âlimler; ‘İbâdetlerde aşırı gitmemeli, kendini sıkıntıya düşürmemeli’ buyurdu. Bu sözleri, bütün ümmet için farz, vâcib veya sünnet olan şeylerdedir. Her Müslümanın böyle yapması lâzımdır. Tasavvufcuların çektikleri sıkıntılar ise, nafile ibâdettir. Herkesin yapması lâzım değildir. Kur’ân-ı kerîmde Tegâbün sûresi 16. âyet-i kerîmesinde meâlen; (Gücünüz yettiği kadar, Allah’tan korkunuz!) buyuruldu. Allahü teâlâ, Peygamberine; (Mekke dağlarını altın yapayım ister misin?) buyurunca, bu altınları Allah yolunda ve düşmanlarla cihâd için kullanmayı düşünmedi, istemedi. Güçlük çekmeyi arzu eyledi. Tebük gazvesinde ise; ‘Bu orduya lâzım olanları getirene Cenneti müjdeliyorum’ buyurarak, Eshâbından yardım istedi.”
Çalışan insan beş türlü olur: Birincisi, rızkın yalnız çalışmaktan geldiğine inanır. Kâfirler böyledir, ikincisi, rızkın Allah’tan geldiğine ve çalışmanın sebebe yapışmak olduğuna inanır. Çalışırken, Allahü teâlâya âsî olmaz. Haram işlemez. Hâlis, sâlih müminler böyledir. Üçüncüsü, rızkın Allah’tan geldiğine inanır ise de, çalışırken Allahü teâlâya âsî olur. Fâsık müminler böyledir. Dördüncüsü, rızkın hem Allah’tan hem de çalışmaktan geldiğini sanır. Müşrikler böyledir. Beşincisi, rızkın yalnız Allah’tan geldiğini bilir. Fakat rızkı verir mi vermez mi bilmez. Münâfıklar böyledir.