Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar!..

Dîn-i islâm, dört vesîka ile bizlere gelmiştir. Bu dört vesîkaya (Edille-i şer’ıyye) denir.

 

 

 

Şerefüddîn Makdisî hazretleri Hanbelî fıkıh ve hadîs âlimlerindendir. 646 (m. 1248) senesinde Kudüs’te doğdu. Zamanındaki büyük âlimlerden ilim öğrendi. Birçok âlim, ona icâzet verdi. Şam’da Müftîlik makamına yükseldi. Bir seneden fazla kadılık vazîfesinde kaldı. Sâhibiyye Medresesi’nde ders okuturdu. Eşrefiyye Medresesi’nin hadîs meşihatına (rektörlüğüne) tayin edildi. 732 (m. 1331) senesinde Şam’da vefât etti. 

 

Bu mübarek zat, bir dersinde şunları anlattı:

 

Dîn-i islâm, dört vesîka ile bizlere gelmiştir. Bu dört vesîkaya (Edille-i şer’ıyye) denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir. Tasavvuf büyüklerinin kalplerine gelen ilhâmlar, keşifler, ahkâm-ı İslâmiye için senet ve vesîka olamaz. Keşiflerin, ilhâmların doğru olup olmadığı, İslâmiyete uygun olup olmamaları ile anlaşılır. Tasavvufun, vilâyetin yüksek tabakalarında bulunan evliyâ da, ilmi olmayan, aşağı derecelerdeki Müslümânlar gibi, bir müctehide tâbi olmak mecbûriyetindedir. Evliyâ, herkes gibi, bir mezhebe tâbi olarak yükselmişlerdir.

 

Ahkâm-ı islâmiyeye yapışmak, bir ağaç dikmek gibidir. Evliyâya hâsıl olan ilimler, marifetler, keşifler, tecellîler, aşk-ı ilâhî ve muhabbet-i zâtiyye, bu ağacın meyveleri gibidir. Ağaç dikmekten maksat, meyve elde etmektir. Fakat, meyve kazanmak için, ağaç dikmek şarttır. Yanî, îmân olmazsa ve ahkâm-ı islâmiyye yapılmazsa, tasavvuf ve evliyâlık hâsıl olamaz. Böyle iddiada bulunanlar, zındıktır, dinsizdir. Böyle kimselerden, aslandan kaçmaktan dahâ çok kaçmalıdır. Aslan, insanın yalnız canını alır. Bunlar ise, dînini ve îmânını alır.

 

İmâm-ı Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan, dinden çıkar. (Zındık) olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan (Bid’at sâhibi) olur. Her ikisini edinen, hakîkate varır) buyurdu.

 

Fıkhı doğru öğrenen ve tasavvufun zevkini alan, kâmil insan olur. Tasavvuf büyüklerinin hepsi kemâle gelmeden önce bir fıkıh âliminin mezhebinde idi. Tasavvufçunun mezhebi yoktur demek, mezheplerin hepsini bilir, hepsini gözetir, evlâ olanı, ihtiyâtlı olanı yapar demektir. Cüneyd-i Bağdâdî, Süfyân-ı Sevrînin mezhebinde idi. Abdülkâdir-i Geylânî, Hanbelî idi. Ebû Bekr-i Şiblî, Mâlikî idi. Hâris-i Muhâsibî, Şâfiî idi “Kaddesallahü teâlâ esrârehüm”.

 

 

 

Vehbi Tülek’in önceki yazıları…

Kategori içindeki yazılar: Vehbi Tülek