Ey bedevî! Keşke, anan seni doğurmamış olaydı!

Bir bedevî kızıl bir deve üzerinde gelip Hazret-i Alî’ye şöyle sordu: “Çabuk bana Ebû Bekr’den haber ver! O Cennette midir?”

 

 

 

Hazreti Ebû Bekr’in faziletleri, üstünlükleri çoktur. Bunların her biri, Kur’ân-ı kerimin, hadis-i şeriflerin ve Eshab-ı kiram ile diğer din âlimlerinin haber vermesiyle anlaşılmıştır. Dini kuvvetlendirmek ve Peygamberlerin efendisine yardım etmek için, malını dağıtmakta, cihad etmekte, yani düşmanlarla şiddetli mücadele etmek ve şanını, şerefini kaybetmekte, öncelerin öncesi odur. 

 

     ***

 

Bir bedevî (çöl adamı), kızıl bir deve üzerinde, Hazret-i Alî’nin (kerremallahü vecheh) huzuruna gelip, deveden indi ve selam verip şöyle sordu:

 

-Yâ Emîr-el mü’minîn! Çabuk bana Ebû Bekr’den haber ver! O Cennette midir? 

 

Hazret-i Alî bu sualden dolayı çok üzülüp, buyurdu ki: 

 

-Ey bedevî! Keşke, anan seni doğurmamış olaydı. Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) hazretlerinin hayâtında ve vefâtlarından sonra, bu sözü hiç kimse söylemedi. Muhâcirîn ve Ensâr arasında, şüphe yoktur ki, Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk, Resûl-i ekremin hayâtında vezîri idi. Vefâtından sonra ha­lîfesi idi. Ondan sonra her kimin i’tikâdı bunun üzerine olmaz ise, o dalâlettedir… Resûlullah, Ebû Bekr’i babası yerinde tutardı. O, Cennet ehlini tıpkı, gökyüzündeki bir yıldı­zın, yeryüzünün ehlini aydınlattığı gibi aydınlatır. Bir köşkten bir köşke, bir kasırdan bir kasıra gider. Cennette hiçbir kasır ve bir saray, bir oda, bir bahçe, bostân yoktur ki, illâ hazret-i Ebû Bekr’in nûrundan aydınlanmasın… Cen­net ehli köşklerden başlarını çıkarıp, derler ki: “Yâ Rıdvân! Bu nûr nedir?” Rıdvân der ki: “Bu Ebû Bekr’in yüzünün nûrudur ki, kasırdan kasıra ve odadan odaya gider.”

 

Bedevî sessizce dinlerken, Hazreti Alî, sözüne şöyle devâm etti:

 

-Ey bedevî! Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, vefâtı ânında bana dedi ki: “Benim cânım, benim gözümün nûru ve benim dostum ve benim azîzim. Vefâtım yaklaştı. Ömrümün sonuna geldim. Beni o, Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) hazretlerini yıka­dığın mübârek ellerin ile yıka. Kefene sar ve tabut üzerine koy. Cenâzemi Resûlullah hazret­lerinin Ravda-i mukaddeselerinin kapısına koy ve; ‘Yâ Resûlallah! Ebû Bekr kapıdadır. İçeri girmek için izin ister’ diye seslen. Eğer kilit anahtarsız açılırsa, beni Seyyid-i âlemin mübârek yanına defnedin. Eğer kilit açılmaz ise, beni Bakî Kabris­tanı’na götürüp, garipler kabristanına defnedin…” 

 

Ey bedevî! O halîfe-i Resûlullah olan Ebû Bekr-i Sıddîk dünyâdan göçtü. Vasiyetini ye­rine getirip, techîz eyledim. Ravda-i mukaddesenin kapısına gö­türüp izin istedim. O anda kilit kendiliğinden açılıp, bir ses işittim: 

 

-Habîbi, habîbe kavuşturun. Habîbini çok özlemiştir!

 

 

 

Ahmet Demirbaş’ın önceki yazıları…




Kategori içindeki yazılar: Ahmet Demirbaş