İnkârcıların sözleri, küçücük bir sivrisineğin, bir dağ üzerine üflemesine benzer.
Abdülgaffâr ibn-i Nûh hazretleri büyük velîlerden ve kelâm âlimlerindendir. 1309 (H.708) senesinde Mısır-Kâhire’de vefât etti. O zamanda “Hafızayn” olarak bilinen Ebû Muhammed ed-Dimyâtî ile Muhibb-üt-Taberî ve “Şeyhayn” olarak bilinen, Ebü’l-Abbâs el-Mülessem ile Abdülazîz el-Menûfî’nin ve başka âlimlerin sohbetlerinde bulundu. Onlardan ilim öğrendi.
Abdülgaffâr ibn-i Nûh hazretlerinin kıymetli şiirleri ve güzel sözleri vardır. Bir defâsında buyurdu ki: “Allahü teâlânın evliyâsının büyüklüğünü inkâr edenlerin, bu büyükler hakkında uygun olmayan, ileri geri sözler söylemeleri, küçük bir sivrisineğin, bir dağ üzerine üflemesine, üfürmesine benzer. Nasıl ki, o dağın o üfleme ile yerinden ayrılması mümkün değil ise, inkârcıların sözleri sebebiyle, büyüklerde bir değişiklik olması da böyle imkânsızdır.”
Kelâm ilminin âlimlerine göre, Allahü teâlânın, (Seni şu yerlerdeki insanlara veya bütün insanlara gönderdim), yâhut, (Benden kullarıma bildir!) veya bunlar gibi dediği kimseye (Nebî), yâni (Peygamber) denir. Peygamber olmak için, insanda riyâzet ve mücâhede gibi, bazı şartların bulunması veya buna elverişli olarak doğmuş olmak lâzım değildir. Allahü teâlâ, dilediğini seçerek, bunu ihsân eder. O, her şeyi bilir ve en iyisini yapar. İrâde ettiğini yapar. Her şeyi yapmaya kâdirdir. Kelâm âlimlerine göre, Peygamberin (Mucize) göstermesi de şart değildir. Başkalarının, Onun Peygamber olduğunu anlamaları için, mucize göstermesi şarttır dediler. Yoksa, Peygamber olması için şart değildir. Eski Yunan felsefecilerine göre, Peygamber olmak için, üç şart lâzımdır: Gaybdan haber vermek. Yâni geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeylerden kendisine sorulanları bildirmek. Hârika işler, yâni aklın, fennin yapamayacağı şeyleri yapmak. Üçüncüsü, meleği cisim ve şekillenmiş olarak görmek ve Allahü teâlânın (Vahiy) ettiği sözü melekten işitmek şarttır, dediler.
Peygamberin bütün gaybları bilmesi, bizce de, onlarca da lâzım değildir. Bazılarını bilmek ise, yalnız Peygambere mahsûs değildir. Riyâzet çekenlerin, yâni yalnız olarak bir odaya kapanıp, ölmeyecek kadar az yiyip içenlerin ve şu’ûru giden bazı hastaların, uyuyanların, bazı gaybları haber verdiklerini felsefeciler de kabûl etmektedir. Peygamberle bunlar, bu bakımdan birbirlerine benzer.