Dostlarla sofrada geçen zaman, Allah huzurunda hesabı verilmeyecek ömrün bir parçasıdır.
Ca’fer el-Firyâbî hazretleri hadis âlimidir. 207 (m. 822) yılında İran’da Firyâb kasabasında doğdu. Bağdat’a giderek birçok âlimden ilim tahsil etti, hadis-i şerif öğrendi. Çok talebe yetiştirdi. Abdullah ibn-i Mübârek de bunlardandır. Ca’fer el-Firyâbî 301 (m. 913) senesinde Bağdat’ta vefat etti. Naklettiği hadis-i şeriflerden bazıları:
“Fasık methedildiği zaman, Rabbimiz gadaba gelir.” “Peygamberler, kabirlerinde diri olup namaz kılarlar.” “Hasta ziyaretine tekrar tekrar gidin. Fakat bunu dört gün ara ile yapın.” “Her hâllerinde Allahü teâlâya şükredenler ilk defa cennete girecek ve en önce haşr olacak kafiledirler.” “Her kim bildiği ile amel ederse, Hak teâlâ ona bilmediği ilimleri verir.” “Her kim hasta iken ve seferde iken ibadetini yaparsa, Allahü teâlâ ona sanki sağlam veya mukim iken yapmış olduğu ibadet gibi sevap verir.”
Şöyle anlatılır: “Bir gün Firyâbî hazretleri Basra’da Ubeydullah bin Muaz’ın meclisinden dönüyordu. Yolda bir mecnun genç gördü. Halk etrafında toplanmıştı. Oradaki halk kendisinden, bu gencin kulağına ezan okumasını istediler. Ca’fer bin Muhammed onların isteğini kabul ederek, o mecnun gencin kulağına ezan okumaya başladı. Tam “Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” dediği sırada, mecnun gençte bir değişiklik oldu. O gencin şuursuzca yaptığı hareketler kayboldu. Genç bir süre sonra tamamen iyileşti.”
Yine şöyle anlatılır: “Biri Firyâbî hazretlerine gelerek şöyle dedi: “Akrabalarımla bir ihtilafım var, ben bundan vazgeçeceğim. Fakat bunu benim zilletime sayacaklarından korkuyorum.” Bunun üzerine Ca’fer bin Muhammed “Zillet sahibi sen değil, zalim olan kimsedir” buyurdu.
Firyâbî hazretleri, gece vakti mezarlığa uğrar, onlara selam verir ve: “Size ne oluyor ki, sözlerime cevap vermiyorsunuz?” der. Sonra da kendi kendine: “Vallahi, onlarla cevap vermeleri arasında büyük engel vardır. Ben de yakında onlar gibi olacağım” derdi. Bunun üzerine sabaha kadar orada namaz kılardı.
Firyâbî hazretleri buyurdu ki: “Dostlarınızla sofraya oturduğunuzda, oturmayı uzatın. Çünkü bu sofra başı, Allah huzurunda hesabını vermeyeceğiniz ömrümüzün bir parçasıdır.”
“Ben, bir daha bana ihtiyaç arz etmezler korkusu ile, düşmanlarımın bile ihtiyaçlarını gidermeye, bütün imkânlarımla gayret ederim.”