Cihâd, kaç türlü yapılır?

Abdullah İbn-i Mes’ûd (radıyallahü anh), Peygamber Efendimize, “Hangi amel, Allahü teâlâya en sevimlidir?” şeklinde bir suâl sormuştur. Onun verdiği cevap, kaynaklarda “Allah’a en sevimli amel (veya en fazîletli amel), vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya yapılan iyilik, sonra da Allah yolunda cihâddır” şeklinde zikredilmiştir.

Hem İmâm-ı Birgivî, hem de Ebû Saîd Muhammed Hâdimî (rahmetullahi aleyhimâ) buyuruyorlar ki:

“Cihâd üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yâni her türlü harb vâsıtası ile yapmaktır. İkincisi, her türlü neşriyât (basın ve yayın) vâsıtaları ile, İslâmiyet’i insanlara yaymak ve duyurmaktır. Bu cihâdı İslâm âlimleri yaparlar. Üçüncüsü ise, duâ ile yapılan cihâddır. Bu cihâdı yapmaları, bütün Müslümânlara farz-ı ayndır.”

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, sadece i’lâ-yi kelimetullah (Allah’ın dînini en üstün kılmak) için savaşanın Allah yolunda olduğunu bildirmesi, böyle bir kimseyi medhetmek, onu hakkıyla yapanı müjdelemek ve Allah katındaki mertebesini belirtmek gâyesine yöneliktir.

Bu hadîs-i şerîften çıkarılan bazı dersler, ibretler, hükümler vardır: 1. Dünyâya ve dünyânın geçici arzûlarına gönül bağlamamak gerekir. 2. Dünyevî gâyelerle cihâd yapmaktan sakınmak lâzımdır. 3. Allah katında amellerin makbûl olması, kişinin niyetiyle bağlantılıdır. 4. Birçok ibâdet ve tâatte olduğu gibi, en fazîletli amellerden olan cihâdda da niyet çok önemlidir. 5. İhlâs, yani kalbde yer eden hâlis niyet ve samîmiyet bütün amellerin temelidir. 6. Cihâdın yegâne gâyesi ve değişmez hedefi, sâdece ve sâdece i’lâ-yi kelimetullah olmalıdır.

Konumuzla ilgili olarak, bir de “Cihâd-ı Ekber” terimi vardır ki, “En büyük cihâd; nefsin, insan tabîatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele” demektir.

İmâm-ı Rabbânî’nin (rahmetullahi aleyh) Mektûbât’ında da zikredilen “Cihâd-ı asğardan (en küçük cihâddan) cihâd-ı ekbere (en büyük cihâda) döndük” meâlinde bir hadîs-i şerîf vardır.

Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfinde buyurmuştur ki: “Bütün ibâdetlere verilen sevâb, Allah yolunda gazâya (cihâda) verilen sevâba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazânın (cihâdın) sevâbı da, emr-i ma’rûf ve nehy-i anil-münker sevâbı yanında denize nazaran bir damla su gibidir.” (Kimyây-ı Seâdet)

“Emr-i Ma’rûf” nedir? “Dînde emredilen şeyleri öğretmek, yaptırmak” demektir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki (meâlen):

“Ey mü’min kullarım! Emrettiğim işleri, ibâdetleri yapar ve emr-i ma’rûf ve nehy-i münker eder iseniz, (günâhlardan, kötülüklerden alıkorsanız) başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez.” (Mâide sûresi, 108)

Bir hadîs-i şerîfte de, “Birbirinize Müslümânlığı öğretiniz. Emr-i ma’rûfu bırakır iseniz, Allahü teâlâ en kötünüzü başınıza musallat eder ve duâlarınızı kabûl etmez” (Mişkâtül-Mesâbîh) buyurulmuştur.

“Emr-i ma’rûf iki sûretle yapılır. Birincisi, söz, yazı ve her nevî yayın vâsıtası iledir. İkinci yol, hâl ile İslâm’ın güzel ahlâkına uyarak, nümûne olmaktır.” (İmâm-ı Birgivî)





Prof. Dr. Ramazan Ayvallı

Kategori içindeki yazılar: Ramazan Ayvallı