Cennet ve Cehennem hakkında…

Kıyâmette bir beden yaratılıp, rûh ile bu beden birlikte Cennette veya Cehennemde sonsuz yaşacaklardır.

 

 

 

Son zamanlarda, bazı kimseler, televizyonlarda ve sosyal medyada, Cennet hayâtı hakkında ileri-geri konuşmaya başlamışlardır. Bazı kardeşlerimiz de bize, bu konuda bazı suâller sormaktadırlar. Hâlbuki hiçbir kimse, kabir hayâtı hakkında da, âhıret hayâtı hakkında da kesin bir bilgiye sâhip değildirler ve olamazlar. Çünkü o konular, aklın bilebileceği husûslardan değildir. Bizler, o konularda, ancak Allahü teâlânın ve Resûl-i ekreminin bildirdiklerinden doğru malûmât sâhibi olabiliriz. İnşâallah bu konuda birkaç makâle yazmak istiyoruz.

 

Bilindiği üzere, insanlar için, 3 türlü hayât vardır: Dünyâ hayâtı, kabir hayâtı ve âhıret hayâtı. Dünyâ hayâtının bazı safhaları bulunmaktadır: Anne karnındaki hayât (9 ay 10 gün), çocukluk ve gençlik devresi (0-30 yaş arası), yetişkinlik ve olgunluk dönemi (30-50 yaş arası), ihtiyarlık / yaşlılık dönemi (50-70 arası) ve nihâyet 70’den sonrası da pîr-i fânîlik dönemi.

 

Sevgili Peygamberimiz, “Ümmetimin ömürleri, 60 ilâ 70 arasındadır; bunu geçenler azdır” buyurmuştur. Önceki ümmetlerin ömürleri bir haylî uzun idi. Meselâ Hazret-i Âdem (aleyhis-selâm) 2.000 sene, Hazret-i Şît (aleyhis-selâm) 1.000 sene, Hazret-i Nûh (aleyhis-selâm) 1.000 sene yaşamışlardır. Âhır zamanda, insanların hem boyları, hem de yaşları kısaltılmış bulunmaktadır.

 

Dünyâda, beden rûh ile birliktedir. İnsana hayât / canlılık veren rûhudur. Rûh, bedenden ayrılınca insan ölür; kabir hayâtı başlar. Kabir hayâtında his vardır, ama hareket yoktur. Kıyâmette bir beden yaratılıp, rûh ile bu beden birlikte Cennette veya Cehennemde sonsuz yaşacaklardır.

 

İnsanın dünyâda ve âhırette mes’ûd olması için, Müslümân olması lâzımdır. Dünyâda mes’ûd olmak, râhat yaşamak demektir. Âhırette mes’ûd olmak ise, Cennete gitmek demektir. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, onlara, mes’ûd olmak yolunu, Peygamberleri ve kitapları vâsıtasıyla bildirmiştir.

 

Eğer insanlar, yalnız başlarına kalsalardı, bu seâdet yolunu, kendi akıllarıyla bulamazlardı. Onun için Cenâb-ı Hak, beşeriyeti daha ilk insandan i’tibâren muallimsiz, mürşidsiz, rehbersiz, kılavuzsuz, öndersiz, muktedâ bih’siz, rol modelsiz bırakmamıştır.

 

Allahü teâlâ, insanlara ve cinnîlere, “Ülül-azm” Peygamber, 313 “Resûl”, 124.000’den ziyâde “Nebî” göndermiştir. Peygamberlerin bildirdikleri seâdet yoluna “Dîn” denir. Muhammed (aleyhis-selâm)ın bildirdiği dîne de “İslâmiyet = İslâm dîni” denilir.

 

Her şeyi yoktan var eden, varlıkta durduran, bizlere ve bütün canlılara rızıklarını ve muhtâç oldukları her şeyi lutfeden Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm’inde meâlen: “Hanginizin daha güzel amelde bulunacağını imtihân edip ortaya çıkarmak için ölümü de, hayâtı da yaratan O’dur…” (Mülk, 2) buyurmuştur.

 

Ma’lûm olduğu üzere, yaşamaktan maksat iyi işler yapmaktır. Aslında bütün insanların yaratılmalarındaki maksad da, Allahü teâlâya ibâdet etmeleridir. Yine Allahü teâlâ, “Cinnîleri ve insanları, ancak (beni bilmeleri, tanımaları) bana ibâdet etmeleri için yarattım” (Zâriyât, 56) buyurmuştur.




Kategori içindeki yazılar: Ramazan Ayvallı