Sana, kardeşine yardım etmek yakışır!

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri devrinde zamânın Sultânı, Ahmed Mirza olup, bu zâta bağlıydı.   Hem de gönülden.   Kardeşi Sultân Mahmud da, başka bir yerin hükümdârıydı. Ama bu, kardeşi Ahmed Mirza’nın toprağına göz dikmiş, savaşmak istiyordu.   Ahmed Mirza, bu hâli Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine arz etti. Büyük velî, kardeşine mektup yazdı:   “İkiniz kardeşsiniz ve hükümdârsınız. Savaşmak … Devamını oku

“Niyetin Allah içinse…”

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri talebeleriyle bir yere gidiyorlardı ki, bir ara “kâğıt kalem” istedi talebelerin birinden.   “Ebû Saîd” yazdı.   Ve koydu cebine.   Sonra da bir “Fâtiha” okudu onun için.   Fakat kimse bir şey anlamadı.   Bir talebe sordu:   “Efendim, Ebû Saîd ismini, o kâğıda niçin kaydettiniz?”   Büyük velî, ona;   “Bu, … Devamını oku

Senin, Sultân’la ne işin olur ki?!.

Türkistân’ın en büyük velîlerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri zamânında Mirza Abdullah diye bir sultân vardı ki, bu büyük zât onu görmeye gitmişti bir zaman.   Kapısını çaldı.   Çıkan görevliye;   “Sultân’ı görmek için gelmiştim” buyurdu.   Adam edepsizdi.   Küstah bir tavırla;   “Bizin pâdişahımız pervâsız biridir. Onunla görüşmek, öyle kolay değildir” dedi.   Büyük zâtı küçümsedi.   … Devamını oku

“Eğer şeyhlik yapsaydım…”

Türkistân’ın en büyük velîlerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri ekseri sultânlara gider, tesirli sözleriyle onlara nasîhat ederdi.   İslâmı kuvvetlendirirdi.   Üstlerinde öyle çok nüfûzu vardı ki, cihan pâdişahları boyun eğmişlerdi bu büyük velîye.   Nitekim kendisi;   “Eğer şeyhlik yapsaydım, hiçbir şeyh bir yerde bir talebe bulamazdı. Ama bize başka vazîfe verildi” buyurmuştu yakınlarına.   Sordular:   “O, hangi … Devamını oku

Kaybolan köle!..

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerini sevenlerden birinin, çok beğendiği, emîn, güvenilir bir hizmetçi kölesi vardı.   Kaybetti bir gün onu.   Çok aradı, bulamadı.   Yine böyle ararken Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerini gördü.   Koşturdu hemen.   Tuttu atının dizginini.   Ve derdini anlatıp;   “O, benim her şeyimdi, ne olur hâlledin bu derdimi” dedi.   Âdeta yalvardı.   Büyük … Devamını oku

Memleketine hemen git ve gel!

Türkistân’ın en büyük velîlerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bir talebesi vardı.   Onu çok severdi.   Bir gün çağırıp;   “Ey evlâdım! Bu aralar memleketine gitmeyi düşünmüyor musun?” diye sordu.   Genç talebe;   “Hayır hocam, bir mecburiyet olmadıkça yanınızdan ayrılmak istemiyorum” dedi.   Buyurdu ki:   “Ama gitmen gerekiyor oğlum.”   Çocuk merak etti:   “Neden hocam?”   … Devamını oku

Evliyânın himmeti dağı bile devirir!

Türkistân’ın en büyük velîlerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin kabr-i şerîfi Semerkant’tadır.   Bir talebesi vardı.   Ticâret işlerini yapardı bu büyük velînin.   Bir gün büyük bir kervanla ticâretten dönüyorlardı ki, bir grup eşkıyâ ile karşılaştılar birden…   Herkes çok korktu.   Ama o, hiç korkmadı.   Kendi kendine;   “Bu, hocamın işidir, öyleyse o bana yardım eder” dedi. … Devamını oku

Şaşkın hizmetçi!

Türkistân’ın en büyük velîlerinden Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin kabr-i şerîfi Semerkant’tadır.   Bir gün hizmetçisine;   “Bana Semerkant’tan biraz bal getir” buyurdu.   Hizmetçi;   “Peki efendim” dedi.   Ve hemen çıktı yola…   Hocasının emrettiği kadar bal satın alıp tam dışarı çıkıyordu ki, dükkâna bir “kadın” girdi…   Genç ve güzeldi.   Şeytana uydu.   Ve şehvetle baktı … Devamını oku

Bu yaptığın doğru mu?

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün, fakir bir sevdiğine misâfir oldu.   Garip, üstâdını görünce çok sevindi…   Cennetle müjdelenmişti sanki…   Fakat bunun, genç ve güzel bir oğlu vardı ki, bilmiyordu bu zâtın kim olduğunu.   İlk defâ görüyordu zîra.   Bir kenara çekildi.   Ve suratını asıp oturdu.   Hiç ilgi göstermedi bu büyük velîye. … Devamını oku

Tevâzu gösteren yükselir…

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerini çok seven bir “genç” vardı.   Bu, bir gün nefsine uydu.   Şarap almış evine götürüyordu.   Ama götüremedi.   Şarap testisi bir duvara çarptı.   Ve kırıldı birden…   İçindekiler döküldü yollara.   Delikanlı çok üzüldü!   Çok da pişmân oldu.   Ama anladı, bunun bir “îkaz-ı İlâhî” olduğunu.   Oradan geri … Devamını oku

Misli görülmemiş bir cömertlik!..

Bir gün Medîne’ye dışardan bir gayr-i müslim gelmişti ve çok da fakîrdi…   Efendimizi bulup;   “Fakîrim, bana bir miktâr dünyâlık verir misin?” dedi.   Efendimiz de ona;   “Bak, şu vâdide yayılmış olan sürüyü görüyor musun?” diye sordular.   O da baktı.   Ve bir “koyun sürüsü” gördü ki; iki dağın arasını tamâmen doldurmuştu.   Efendimize; … Devamını oku

Yediğinden bana da ver!

Peygamber Efendimiz eshâbıyla bir bahçede oturmuş yemek yiyorlardı. Bir câriye geçti oradan. (Harpte esir alınan kadın köleye câriye denir.)   O câriye dönüp baktı.   Efendimizi gördü.   Huzûruna yaklaştı.   Ve “Yediğinden bana da ver” deyiverdi. Sahâbe-i kirâm şaşırdılar! Efendimiz, önündeki yemekten bir lokma alıp uzattılar o kadına.   Lâkin câriye almadı.   “Onu istemiyorum.”   “Ya ne … Devamını oku

Rabbim onlardan merhametli!

Câhiliyet devrinde Arabistan’da vahşî bir âdet vardı ki; doğan kız çocuklarını diri diri kuma gömerlerdi!   Bir karı koca vardı…   Bir kızları olmuştu…   Aynı şeyi onlar da yapmışlardı, ama ikisi de îmân edince; o yaptıklarını hâtırlayıp gözyaşı dökerlerdi!   Efendimiz bunu işitti.   O ikisinin yanına gitti.   Onları sevindirecekti.   Onlarla birlikte o … Devamını oku