Peygamberimizin ve dört halifesi zamanında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan işler bid’attir…
Ebû Abdurrahmân bin Ahmed bin Hanbel hazretleri, Ahmed bin Hanbel hazretlerinin oğludur. Tanınmış hadîs hafızlarındandır. 213 (m. 828) senesinde Bağdâd’da doğup, 290 (m. 903) senesinde orada vefât etti. Her bakımdan babasından çok istifâde etmiş, onun terbiyesinde yetişmiştir. İmâm-ı Şafiî hazretlerinden de çok ders almıştır. Bildirdiği hadîs-i şeriflerden bazısı:
Babam, Ebû Hüreyre’den şu hadîs-i şerîfi bildirdi. Resûlullah Efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Ramazan ayı gelince, rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur.” Ben bunu duyunca babama; “Fakat, ramazan olduğu hâlde insanlar sar’a hastalığına yakalanmaktadır. Bu nasıl oluyor?” diye sordum. Bunun üzerine, babam bana: “Hadîs-i şerîf böyledir. Bu husûsta artık konuşma” dedi. Sonra yine Ebû Hüreyre’den (radıyallahü anh) şu hadîs-i şerîfi nakletti. Resûlullah Efendimiz “Bir kimse Ramazan-ı şerîf orucunu, inanarak ve sevâbını Allahü teâlâdan umarak tutarsa, geçmiş günahları af ve mağfiret olur” buyurdu.
“Allahü teâlâ Ehl-i bid’ati (Peygamberimizin ve O’nun dört halifesi zamanında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkarılan, uydurulan sözlere, yazılara, usûllere ve işlere ibâdet olarak inanıp, yapan ve yaptıranları) sevmez.”
Ebû Abdurrahmân buyurdu: “Yahyâ bin Maîn ile beraber San’a’ya gitmiştik, ikindi namazı sıralarında oraya vardık. Büyük âlim Abdürrazzak’ın evini sorduk. ‘Ramade’ denilen köyde olduğunu söylediler. Orası San’a’ya yakın bir yerdi. Yahyâ bin Maîn San’a’da kaldı. Ben o köye kadar gittim. Çünkü, Abdürrazzak denen âlimle görüşmeyi çok istiyordum. Köye varınca, evini sordum. Bana evi gösterdiler. Evin yanına gittim. Orada oturup bekledim. Akşam namazından az önce, mescide gitmek üzere evinden çıktı. Hemen yanına koştum. Elimde seçtiğim bazı hadîs-i şerîfler vardı. Yanına yaklaşınca, ‘Selâmün aleyküm. Allahü teâlâ sana merhamet eylesin. Ben uzaklardan geldim. Bana şu hadîs-i şerifleri okur musun?’ dedim. Bana ‘Sen kimsin?’ diye sordu. Ben de ‘Ahmed bin Hanbel’im’ dedim. Bu sözüm üzerine, tevâzu ile döndü. Beni kendisine doğru çekti. ‘Vallahi, sen Ebû Abdullah’sın’ yani Ahmed bin Hanbel’sin dedi. Sonra, elimdeki hadîs-i şerifleri aldı. Okumaya başladı. Karanlık basıncaya kadar devam etti. Sonra bakkâldan, aydınlatacak bir şey istedi. Bana o hadîs-i şerîfleri bitinceye kadar okuyuverdi.”