Aklın ermediği şeyler!..

Allahü teala, canlı, cansız hiçbir şeyi sebepsiz yaratmamıştır. Ağaç, meyve, sebze, ot gibi her bitkinin, denizdeki, karadaki ve havadaki her hayvanın, taş, toprak, maden, soğuk sıcak su, petrol, gaz gibi cansız şeylerin hiçbiri faydasız veya lüzumsuz değildir. Her ne kadar “Tesadüfen olmuştur” diyen ateistler varsa da tesadüfen ne olur ki? Ehl-i sünnet âlimleri kâinatın yaratılışında tesadüflere yer olmadığını aklî ve nakli ilimlerle ispat etmişlerdir. Akl-ı selim sahibi olan, kâinatta yaratılmış lüzumsuz bir şey olmadığını anlar. İki âyet-i kerime meâli şöyledir:

(Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır. Onlara Cehennemde şiddetli azap vardır.) [Sad 27]

(Sizi boş yere yarattığımızı ve huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız) [Müminun 115]

Göklerdeki gezegenlerin ve diğer varlıkların hikmeti bugün için anlaşılmayabilir. Çünkü akıl bunu anlamaya müsait değildir. Bunun için Ziya Paşa şöyle demiştir:

İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez,

Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.

Bir karıncayı veya bir buğday tanesini yaratmaktan âciz olan bir ateist, “Benim aklım, Ziya Paşa’nın dediği gibi küçük değil, aklımla her şeyi ölçer, tartarım” diyor. Güneş’e ısı ve ışık nereden gelmiştir? Güneş ve Dünya boşlukta nasıl durabiliyor? Belli bir hızla bunları asırlardır kim döndürüyor? Yokken nasıl var olmuş? Bütün bunların kendiliğinden olamayacağı, muazzam bir gücün bunları yarattığı nasıl inkâr edilir? Güneşin ısısını her yıl bir miktar azaltan kim? Güneş, Dünya ve gezegenler bir gün tamamen yok edilecektir. Bunları kim yok edecektir? Yok olmasına kim mâni olabilir?  

Havadaki oksijen, karbondioksit gibi gazları belli oranda kim tutuyor? Oranları değişse hayat olmaz. İnsan, bir canlıyı yaratmak şöyle dursun, ondaki ruhun mahiyetini bile bilmekten âcizdir. Ruhun mahiyetini anlatsın bakalım! Haddini bilmemek kadar küstahlık olmaz!

Her ateist bilsin ki, “Bu terazi bu sıkleti [ağırlığı] çekemez.”

     ***

Bir zamanların komünist Rusyasında ateist bir öğretmen, ders arasında “Ben sizi görüyorum. Siz de beni görüyorsunuz. O hâlde, biz varız. Karşıdaki dağlar da var. Çünkü, bu dağları da görüyoruz. Yok olan şey görünmez. Görülmeyen şeye var denilmez. Bu sözüm, bir fen bilgisidir. İlerici, aydın olan kimse, fen bilgisine inanır. Gericiler, bu varlıkların bir yaratıcısı olduğunu söylüyorlar. Bu yaratıcının var olduğuna inanmak yanlıştır, gericiliktir” der. Bir Türkmen çocuğu söz isteyerek der ki: “Bunları akıl ile mi söylüyorsunuz? Sizde akıl olduğuna inanmak, bunları akıl ile söylediğinizi kabul etmek fenne uygun değildir. Çünkü, aklınız olsaydı, görürdük!..”

Öğretmen, bu haklı söze cevap veremeyip, mağlubiyetinden hâsıl olan öfke ile çocukcağızı, tekme tokat sınıftan atar ve o çocuk bir daha hiçbir yerde görülememişdir. [Se’âdet-i Ebediyye]





Ahmet Demirbaş

Kategori içindeki yazılar: Ahmet Demirbaş