“Vakıf, mülk olan bir ‘ayn’ı, vakfedenin mülkiyetinde alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmekten ibarettir.”
Bugün [Mayıs ayının 2. Haftasında (12 Mayıs’ta)] başlayan “Vakıflar Haftası” münâsebetiyle, birkaç makâlemizde, birer nebze, Vakfın ta’rîfi, onunla müterâdif (eşanlamlı) olan kelimeler, vakfın dînî delîlleri, târihçesi, kültür ve medeniyetimizdeki yerinden bahsetmek istiyoruz.
“Vakıf”: “Mükellef bir kimsenin (yani akıllı, Müslümân ve ergenlik çağına erişmiş bir kişinin), kendi mülkü olan mütekavvim (yani belli, kıymetli ve dayanıklı) bir malının menfaatini (faydasını), hiçbir şarta bağlamadan, Müslümân veya zimmî (yani ister müslim, ister gayr-i müslim vatandaş olsun), bütün veya belli fakîrlere bırakmasıdır.”
“Vakıf”, bir hukukî müessese olarak şöyle de tarif edilmiştir: “Vakıf; kendisinden yararlanmak mümkün ve câiz olan bir malı, devâmlı olarak, Allah’ın mülkü olmak üzere, temlîk ve temellükten menetmek ve menfaatını (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasadduk etmektir.”
Ehl-i Sünnetin en büyük âlimlerinden olan İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin (ö. 150 / 767) vakıf tarifi de şöyledir:
“Vakıf, mülk olan bir ‘ayn’ı, vakfedenin mülkiyetinde alıkoymak ve gelirini yoksullara veya başka hayır yollarına tasadduk etmekten ibarettir.” (es-Serahsî, el-Mebsût, XII, 27; İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, V, 37-40; Kubeysî, Ahkâmü’l-Vakf, I, 69 vd).
Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah’ın (kullarının, toplumun) mülkü hâline gelir. Böyle bir malın yönetimi, artık Vakıfnâmedeki şartlara ve genel esâslara göre olur. (İbnü’l-Hümâm, V, 40; el-Kubeysî, I, 75-78).
İslâm’da vakıf Kur’ân, Sünnet ve İcmâ’ (İslâm bilginlerinin görüş birliği) delîllerine dayanır. Kur’ân-ı kerîmde, doğrudan vakıfla ilgili görülen âyet-i celîle şudur:
“Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça, birr u takvâya, tâm hayra erişemezsiniz.” (Âl-i Imrân, 92).
Müfessirlerin (Tefsîr bilginlerinin) çoğu ve hadîsçiler, bu âyet-i kerîmeyi, vakıfla açıklamışlardır (Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, IV, 132-134; el-Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, 1335, II, 18).
Sevgili Peygamberimiz de (aleyhisselâm) şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnâdır: sadaka-i câriye (devâmlı sadaka) meydâna getirenler; cemiyete, topluma faydalı, yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır duâ eden hayırlı evlâd (çocuklar) bırakanlar” (Müslim, Vasıyye, 14; Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36).
Hadîste geçen “sadaka-i câriye”nin, vakfı da kapsamına aldığında şüphe yoktur.
“Vakıf” yerine “sadaka” kelimesinin kullanıldığı da olmuştur. Bilindiği üzere sadaka; “yoksullara Allah rızâsı için verilen şey, sevâp kazanmak maksadıyla hibe edilen mâl” demektir. (İmâm Şâfiî, el-Ümm, IV, 51; Ali Haydar, Tertîbü’s-Sünuf, 101 vd.) Bu kelimeye “muharreme (dokunulmaz hâle gelen)”, “müebbede (ebedî kılınan)” veya “câriye (devam eden)” gibi sıfatlar da eklenerek “vakıf” manâsı kazandırılmıştır (Şâfiî aynı yer).
Vakfedene “Vâkıf”, vakfedilen şeye “Mevkûf”, yapılan sözleşmeye de “Vakfiye” denir. Vakıf ahkâmında, “Şart-ı vâkıf (vâkıfın koyduğu şart), nass-ı şâri’ (dîn sâhibinin koyduğu kânûn) gibidir.” (İbn-i Âbidîn)