Dünya ve âhiret saadeti için…

“Ey benim Peygamberime inananlar! Eğer kâfirlerin sözlerine aldanıp da, Resûlümün yolundan ayrılırsanız, dünyada ve ahirette zarar edersiniz.”

 

Muhammed aleyhisselâmı sevmek herkese farzdır. Cenâb-ı Hakkı sevmek de buna bağlıdır. Allahü teâlânın sevgili peygamberini sevmedikçe, O’na uymadıkça, Allahü teâlâyı sevmek saadeti ele geçemez. Kur’an-ı kerîmde meâlen buyuruldu ki:

“Allahü teâlâyı seviyorsanız bana tâbi olunuz! Bana uyanları Allah sever.”

Saadete kavuşmak isteyen kimse, bütün âdetlerini, ibâdetlerini ve alışverişlerini onun gibi yapmaya çalışır. Hep O’na benzemeye çalışan daima O’nu hatırlar. Hatırladıkça da kalbinde O’na karşı olan sevgi artar.

Bundan dolayı, görünen ve görünmeyen bütün iyilikler, bütün üstünlükler, ancak O yüce peygamberi sevmekle ele geçer. Yükselebilmenin, ilerleyebilmenin ölçüsü, bu sevgidir…

Allahü teâlâ, sevgili peygamberini; insanların en güzeli, en sevimlisi olarak yarattı. Her iyiliği, her güzelliği, her üstünlüğü O’nda topladı. Eshâb-ı kirâmın hepsi O’na âşık idiler. Hepsinin kalbi, O’nun sevgisi ile yanıyordu. O’nun ay yüzünü, nûr saçan cemâlini görmeleri, lezzetlerin en tatlısı idi. O’nun sevgisi uğruna canlarını, mallarını fedâ ettiler.

Allahü teâlâyı seviyorum diyenlerin, Eshâb-ı kirâm gibi olmaları lazımdır. Seven bir kimse, sevdiğinin sevdiklerini de sever. Sevdiğinin düşmanlarına düşman olur. Bu sevgi ve düşmanlık insanın elinde değildir. Kendiliğinden meydana gelir.

Muhammed aleyhisselâma tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, O’nu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alâmeti de, O’nun düşmanlarını düşman bilmektir. O’nu sevmeyenleri sevmemektir.

İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde birlikte olamaz. Birini sevmek, diğerine düşmanlığı icâb eder. İki cihan saadetine yani hem dünyada hem de ahirette saadete, rahata kavuşmak, ancak ve yalnız, dünya ve ahiretin efendisi olan Muhammed aleyhisselâma tâbi olmaya bağlıdır. O’na tâbi olabilmek için de, dinimizin emirlerini öğrenmek ve yapmak lazımdır.

Kalbde doğru imanın bulunmasına alâmet kâfirleri düşman bilip, onlara mahsûs olan şeyleri yapmamaktır. Çünkü iman ile küfür birbirinin zıddıdır. Birinin bulunduğu yerde diğeri bulunamaz, gider. Bunlardan birisine kıymet vermek, diğerini kötülemek olur.

Kâfirlere  kıymet veren, hürmet eden, Müslümanları alçaltmış olur. Hak teâlâ, Âl-i İmrân sûresinde kâfirlere kıymet verenlerin aldandıklarını ve pişman olacaklarını bildiriyor. Meâlen buyurdu ki:

(Ey benim Peygamberime inananlar! Eğer kâfirlerin sözlerine aldanıp da, Resûlümün yolundan ayrılırsanız, dünyada ve ahirette zarar edersiniz.)





M. Said Arvas

Kategori içindeki yazılar: M. Said Arvas

Kategori içindeki yazılar: Said Arvas