Kibirden mahrûmiyet hâsıl olur!..

“Birini zincire vurulmuş görürsen gülme. Senin de başına gelebilir…”

 

 

 

Şeyh Sa’dî-i Şîrâzî hazretleri meşhur şair velîlerdendir. 1193 (H.589) senesinde İran’da Şîrâz’da doğdu. İlk tahsîlini Şîrâz’da Abdülkâdir-i Geylânî’nin halîfesinin derslerinde tamamlayarak kemâle geldi. Moğol istilâsı üzerine Bağdât’a gitti. Nizâmiyye Medresesinde ilim tahsîli ile meşgûl oldu. Burada tahsîlini tamamladıktan sonra, İslâm memleketlerini gezmeye başladı. Anadolu, Mısır, Sûriye, Delhi, Âzerbaycan ve Belh’e uğradı. Buralarda, Şihâbüddîn Sühreverdî başta olmak üzere birçok âlim ile görüştü. 1292 (H.691) senesinde orada vefât etti.

 

Şâirin manzum ve nesir olan eserleri ölümünden sonra külliyât hâlinde bir araya toplanmıştır. Bostân: Manzum eserlerinin başında gelir. Gülistân ise, nesir kısımlar arasına birtakım manzûmeler ilâvesiyle meydana gelmiş bir önsöz ve sekiz bölümden ibarettir. Gülistan adlı eseri ibretli hikâyelerle doludur. Bunlardan bâzıları:
Hikâye: Bir pâdişâhın acemi bir kölesi vardı. Bir gün bu köle ile gemiye binmişti. Köle o zamana kadar hiç gemiye binmemiş ve deniz görmemişti. Gemi yolculuğunun birtakım sıkıntıları ve zorlukları vardı. Köle, gemi limandan ayrıldığı andan îtibaren titremeye başladı. Ne yaptılarsa köleyi sâkinleştiremediler. Gemide âlim bir kişi vardı. Hükümdâra; “Müsâde ederseniz ben onu susturayım” dedi. Hükümdar da o zâta izin verdi. O zât, köleyi denize attırdı. Köle birkaç kere suya battı, çıktı. Geminin bir tarafına can havliyle tutundu. Onu saçından tutup gemiye aldılar… Bu olaydan sonra köle, köşesinde sessiz ve sâkin oturdu. Hükümdar âlimden bu işin hikmetini sordu. O da; “Köle suya girmeden evvel, gemideki selâmetin kadrini ve kıymetini bilmiyordu. İşte huzûrla, saâdet ve sıhhat de böyledir. Huzûr içinde yaşayan, mesûd olan, bir felâkete uğramadıkça, o huzûr ve saâdetin kıymetini bilemez. İnsan hasta olmadıkça da, sağlığının kıymetini bilemez” dedi…
Hikâye: Bir fıkıh âlimi, yere yıkılmış bir sarhoşun yanından geçerken, kendi hâlini düşünerek böbürlendi. Sarhoşa göz ucuyla bile bakmaya tenezzül etmedi. Sarhoş başını kaldırarak fıkıh âlimine; “Ey iyi zât! Kavuştuğun bu nîmete şükret. Sakın büyüklenme. Zîrâ kibirden mahrûmiyet hâsıl olur. Birini zincire vurulmuş görürsen gülme. Senin de başına gelebilir. Mukadderâtın belli olmaz. Belki bir gün sen de sarhoş olup yerlerde sürünebilirsin” dedi…

Kategori içindeki yazılar: Vehbi Tülek