“Mal sahibi, mülk sahibi!..”


“Mal sahibi, mülk sahibi!..”

İş, eş ve benzer sebeplerle memleketinden uzakta yaşayan milyonlarca insan vardır. Vatan hasreti hiçbir şeye benzemez. Tatmayan anlayamaz, anlayan anlatamaz.

Doğduğu yerde ölenlerin sayısının giderek azaldığı günümüzde herkes için değişmeyen gerçektir sıla hasreti.

Hayat, bir rüya, bir film gibi sanki. Yazılı bir senaryonun oyuncularıyız. Bizden öncekiler oyunlarını oynayıp geçip gittiler. Biz de, pek fazla etki edemediğimiz bir hayat yaşıyoruz. Sahne değişiyor, kostüm değişiyor, dekor değişiyor, oyun ve oyuncu da değişiyor…

Gezip dolaştığımız yerler ne kadar değişmiştir yapıldığı günden bugüne kadar, kim bilir? Kimler gelmiş, kimler geçmiş taşlar dile gelse de anlatsa. Hepsi toprak olmuş, toz olmuş, tarihin derinliklerine gömülmüş gitmiş.

Merhum Yunus Emre ne güzel söylemiş: “Mal sahibi, mülk sahibi,/Hani bunun ilk sahibi?/Mal da yalan, mülk de yalan,/ Var biraz da sen oyalan…”

Atalarımız demişler ya: “At ölür, meydan kalır. Yiğit ölür, şan kalır…”

Gökkubbenin altında, nerede olursa olsun bütün insanlar, kendilerinden sonrakilere bir şeyler bırakabildilerse bahtiyar bir şekilde gülerek ölürler.

Sadi-yi Şirazi diyor ki: “Sen hatırlamazsın, dünyaya geldiğin zaman ağlıyordun! Etrafındakiler de gülüyorlardı. Anne kurtuldu, bir bebekleri oldu diye. Öyle bir hayat yaşa ki, öleceğin zaman (doğumunun tersi olsun) sen gül, etrafındakiler ağlasın… Sen gül! Çünkü güzel bir hayat yaşadın, farzları yaptın, haramlardan sakındın, insanlara faydalı oldun. Memleketine, milletine yararlı işler yaptın… Yanındakiler de senin gibi değerli birini kaybedecekleri için ağlasınlar, ölümünden sonra da seni rahmetle yâd etsinler…”

Bizim dilimizde “gurbet” basit bir kelime değildir. Maddi ve manevi bütün ayrılıkların, bütün yalnızlıkların adıdır. Çoban da kullanır gurbet sözcüğünü, evliya olan ârifler de. Çobanın anladığı gurbet kendi köyünden uzak kalmaktır. Ârif olanların gurbeti, Rabbinden ayrı kalmasıdır.

Rabbini bulan, bütün nimetlere, güzelliklere kavuşmuştur. O’nu kaybeden ise her şeyi kaybetmiştir. Hazreti Ali radıyallahü anh, oğlu Hazreti Hasan’a buyurdu ki: “Garip, Allah için bir dostu olmayan adamdır.”

Fudayl bin İyad hazretleri de gurbeti başka bir tarzda tarif ediyor. “Faziletli, güzel ahlaklı kişilere gurbet olmaz.” Onlar, yabancı yerlerde de olsalar, çevre edinirler, dost bulurlar. Kötü insanlar ise kendi memleketlerinde olsalar bile garip sayılırlar. Kimse onları sevmez, beraber olmak istemezler…”

Bir gün sevgili Peygamberimiz aleyhisselam mübarek elini Abdullah bin Ömer’in omuzuna koyarak şöyle buyurdu:

“Sen kendini dünyada ya garip bil veya yolcu. Ya da kendini kabir ehlinden say.”

Bu dünyada hem garibiz, hem yolcuyuz. Garibiz, çünkü daha önce burada değildik. Yolcuyuz, istesek de bizi burada durdurmazlar. Hepimiz burada misafiriz… Misafir bir gün memleketine döner. Sahip olduğumuz ne varsa hepsi emanettir. Emanetler de bir gün sahibine teslim edilir.





M. Said Arvas

Kategori içindeki yazılar: M. Said Arvas

Kategori içindeki yazılar: Said Arvas