Rüzgâr olmasaydı, dünya kötü kokardı!..

“Sâlihler olmasaydı, yeryüzündekiler fesada uğrardı… Ahmaklar olmasaydı, dünyâ harâb olurdu!” 

 

 

 

Hasen bin Ahmed Semerkandî hazretleri hadîs âlimidir. 409 (m. 1018) yılında Türkistan’da Semerkand’da doğdu. Buradaki âlimlerden ilim öğrenip hadîs-i şerîf dinledi. Hadîs-i şerîf dinlemek ve ezberlemek için Buhârâ ve Belh’e de gitti. 491 (m. 1098) senesinde Semerkand’da vefât etti. “Cüz’ün fihi mine’l-ebdali mine’l-ümmet” adlı eserinin bazı bölümlerinde şöyle yazmaktadır: 

 

Ebü’z-Zinâd buyurdu ki: “Arzın direkleri mesabesinde (derecesinde) olan Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer Peygamberler gidince, Allahü teâlâ Muhammed’in (aleyhisselâm) ümmetinden kırk kişiyi onların yerine getirir. Bunlara ebdâl denir. Onlardan birisi vefât ederse, Allahü teâlâ yerine başka birini yaratır ve onun yerine getirir. Onlar yeryüzünün direkleridir. Onlardan otuzunun kalbi yakîn üzere bulunur. Onlar, namazlarının, oruçlarının, huşû’larının, yaşayış ve ahlâk güzelliklerinin çokluğu ile üstün olmazlar. Onlar vera’larının doğruluğu, niyetlerinin, “güzelliği, kalblerinin Allahü teâlâdan başkasının ilgisinden kurtulması, hilmi ve zillete düşmeden, tevâzu ile Allahü teâlânın râzı olduğu şeyleri bütün Müslümanlara nasihat etmek sûretiyle diğer insanlardan üstündürler. Hattâ, onlar hiçbir şeye lanet etmezler. Hiçbir kimseye eziyet etmezler. Kendilerinden aşağıda olan kimselere karşı kibir göstermezler. Onları hakîr görmezler. Kendilerinden yüksekte olan hiçbir kimseye hased etmezler. Dünyâyı sevmezler.”

 

Süfyân bin Hüseyn; Hasen-i Basrî’nin şöyle dediğini nakletti: “Eğer Ebdâl olmasaydı, yeryüzünde bulunanlar batar, helak olurdu. Sâlihler olmasaydı, yeryüzündekiler fesada uğrardı. Ulemâ olmasaydı, insanlar hayvanlar gibi olurdu. Sultan olmasaydı, insanlar birbirini yerdi. Rüzgâr olmasaydı, dünyâ kokardı. Ahmaklar olmasaydı, dünyâ harâb olurdu.” 

 

Ebû Abdullah Antâkî şöyle anlatır: “İbrâhim (aleyhisselâm) bir gün yolda yürürken havada oturan bir kişiyi gördü. Ona ‘Ey Allahın kulu! Bu mertebeye nasıl eriştin?’ diye sordu. O da cevap olarak, ‘Basit bir şeyle bu mertebeye kavuştum. Beni ilgilendirmeyen şeyi terk ettim. Bana lâzım olan şeye yapıştım. Onun için, duâ ettiğim zaman Allahü teâlâ duâmı kabûl buyurdu. İstediğimi bana verdi. Onun adını vererek yemîn ettiğim zaman, yemînimi yerine getirdi’ dedi.”

 

 

 

Vehbi Tülek’in önceki yazıları…

Kategori içindeki yazılar: Vehbi Tülek