Sünnet-i hasene ve sünnet-i seyyie…

“Benim sünnetime ve benden sonra, Hulefâ-i râşidînin sünnetlerine sarılınız!”

 

 

 

İbn-i Cemâl el-Mısrî hazretleri Şafiî mezhebi fıkıh ve hadîs âlimidir. 1002 (m. 1593) senesinde Mekke’de doğdu. Zamanındaki meşhur âlimlerden ilim tahsil ederek icazet aldı. Daha sonra Mekke’de, Mescid-i Harâm’da Kur’ân-ı kerîm kırâatini ve diğer ilimlerin tedrisâtını yürütmek için kendisine vazîfe verildi. Kendisinden birçok meşhûr âlim, ilim tahsil etti. 1072 (m. 1661) senesinde Mekke’de vefât etti.

 

Bu mübarek zat, bir dersinde şunları anlattı:

 

Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ibâdet olarak yaptığı ve ara sıra bıraktığı şeylere sünnet-i hüdâ veya müekked sünnet denir. Bunları ara sıra yapmayanlara azap bildirilmedi. Hiç terk etmediği ve terk edenlere azap yapılacağını bildirdiklerine vâcib denir. Ara sıra yaptığı ibâdetlere müekked olmayan sünnet veya müstehâb denir. Âdet olarak yaptıklarına sünnet-i zevâid veya edep denir.

 

Âdetlerde değişiklik yapmak, bid’at değil ise de vera’ sahiplerinin bunları da yapmaması iyi olur. Hadîs-i şerîfte; “Benim sünnetime ve benden sonra, Hulefâ-i râşidînin sünnetlerine sarılınız!” buyuruldu. Sünnet sözü, yalnız olarak söylenildiği zaman, İslâmiyetin bildirdiği her şey demektir. Bu dînin sahibi olan Resûlullah âdetlerde bir şey bildirmedi. Çünkü O insanlara dinlerini bildirmek için geldi. Hadîs-i şerîfte; “Dünyâ işlerinizi yapmasını siz daha iyi bilirsiniz!” buyuruldu. (Dînî vazîfelerinizi, ibâdetlerinizi bilemezsiniz. Onları benden öğreniniz) demektir.

 

Bunun için âdetler, İslâmiyetin dışında kalmaktadır, İslâmiyetin dışında olan şeylerde yapılan değişiklikler bid’at olmaz. Minare, mekteb, kitap gibi sonradan yapılmış olan şeyler bid’at değildir. Bunlar dîne yardımcı şeylerdir. İslâmiyet bunlara izin vermiş, hattâ emretmiştir. Böyle şeylere sünnet-i hasene denir. İslâmiyetin yasak ettiği şeyleri meydana çıkarmaya sünnet-i seyyie denir. Bid’atler, yani dinde reformlar, sünnet-i seyyiedir. Sünnet-i hasene yani dine yardımcı şeylerin sadr-ı evvelde yani Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiîn-i izamın zamânlarında yapılmaması, onların bu faydalı şeylere ihtiyâçları olmadığı içindi. Onlar, kâfirlerle cihâd ediyor, memleketler alıyor, İslâmiyeti dünyâya yayıyorlardı. Onların zamânlarında bid’at sahibleri çıkmamış veya çoğalmamıştı. Kıyâmete kadar sünnet-i hasene meydana çıkarmak caizdir ve sevaptır.

 

 

 

Vehbi Tülek’in önceki yazıları…

Kategori içindeki yazılar: Vehbi Tülek