İslâmiyete uymakla ziynetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur…
Resûl bin Ahmed Türkmânî hazretleri Hanefî mezhebi fıkıh ve hadîs âlimidir. Tire’de doğdu. İlim tahsili için Kâhire’ye giderek âlimlerin sohbetlerinde bulunup onlardan ilim öğrendi. Başta fıkıh ve hadîs olmak üzere, çeşitli ilimlerde yükselip, zamanında bulunan Hanefî mezhebindeki âlimlerin en üstünlerinden oldu. Kendisine birçok defa kadı olması teklif edildi ise de, bu vazîfeyi kabul etmemekte ısrar etti ve; “Bu kadılık vazîfesi öyle bir iştir ki, bu vazîfeyi yapabilmek için geniş ilim sahibi olmak yetmez. Ayrıca kadılığa âit ıstılâhları bilmek, bu husûsta tecrübe ve mahâret sahibi olmak da lâzımdır” buyurdu…
Bu mübarek zat, Sargatmeşiyye ve Elceyhiyye medreselerinde ders verdi. 793 (m. 1391) senesinde Kâhire’de vefât etti.
Resûl bin Ahmed Türkmânî hazretleri buyurdu ki:
Din ile dünyayı birlikte kazanmak imkânsızdır. Âhıreti kazanmak isteyenin, dünyadan vazgeçmesi lâzımdır. Bu zamanda, dünyayı tamamen terk etmek, kolay değildir. Hiç olmazsa, hükmen terk etmek, yâni terk etmiş sayılmak lâzımdır. Bu da, her işte İslâmiyete uymak demektir. Yiyecekte, içecekte, giyecekte ve ev kurmakta İslâmiyete uymak lâzımdır. İslâmiyetin emirlerini aşmamak lâzımdır. Altın ve gümüşün ve ticâret eşyasının ve kırda, çayırda otlayan dört ayaklı hayvanların zekâtını vermek farzdır. Bunların zekâtını elbette vermelidir.
İslâmiyete uymakla ziynetlenen bir kimse, dünyanın zararından kurtulmuş olur ve âhıreti kazanır. Dünyayı, böyle hükmen de terk edemeyen kimse, münâfık demektir! Îmanlı olduğunu söylemesi, âhırette kendisini kurtaramaz. Yalnız dünyada, malını ve cânını korur.
Dünya, ednâ kelimesinin müennesidir. Yâni, ism-i taftîldir. Mastarı, dünüv veya denâettir. Birinci mastardan gelince, çok yakîn demektir. (Biz en yakîn olan göğü, çırağlarla süsledik) âyet-i kerimesindeki dünya kelimesi böyledir. Bazı yerde de, ikinci mâna ile kullanılmıştır. Meselâ, (Denî, alçak şeyler melundur) hadis-i şerifinde böyledir. Yâni, (Dünya melundur) demektir. Alçak şeyler, cenâb-ı Hakkın, nehy-i iktizâî ve nehy-i gayri iktizâîsidir. Yâni, haram ile mekruhlardır. Şu hâlde, Kur’ân-ı kerimde zemmedilen, kötü denilen dünya, haramlar ve mekruhlardır. Mal kötülenmemiştir. Çünkü, cenâb-ı Hak, mala hayır adını vermektedir. Bu sözümüzü ispat eden vesika, varlığın ve insanlığın ikincisi olan, İbrâhîm halîl-ür-rahmânın malıdır. Yalnız yarım milyonu sığır olmak üzere, davarları, ova ve vâdîleri dolduruyordu.