Fıkıh ve hadîs âlimlerinden. Künyesi Ebü’l-Fadl olup, İbn-ün-Nahvî ismiyle tanınmıştır. Tilemsan’da yetişen evliyâ ve âlimlerdendir. Doğum târihi bilinmemektedir. 513 (m. 1119) senesinde Tunus’un Tevzer şehrinde Benî-Hamîd kal’asında vefât etti. Kabri meşhûr olup, ziyâret edilmektedir. Fıkıh, hadîs ve tasavvuf ilminde âlimdir. Bilhassa i’tikâd ve fıkıh ilminde derin bilgi sahibiydi. Ebû Abdullah el-Mâzirî’den, Ebû Zekeriyyâ eş-Şakrâtısî’den, Abdülcelîl er-Rebî’den ilim öğrendi. Sahîh-i Buhârî’yi, Ebü’l-Hasen el-Lahmî’den okudu. Bu hocasıyla karşılaşınca, yanına gelmesinin sebebini sordu. O da; “Yazmış olduğun Tebsira adlı eserin bir nüshasını yazmak için geldim” deyince, hocası Lahmî; “Bizim ilmimizi Magribe götürmek istiyorsun” dedi. Bu eseri ondan tamamen okuyup bitirdi. 494 (m. 1100) senesinde Fas’a gitti. Orada Ebû Mûsâ ondan ders aldı. Şîrâzî’nin fıkha dâir “Lum’a” adlı eserini okuyup, ezberledi. Kendisinden ilim öğrenen zâtlardan biri de. Kâdı Ebû İmrân Mûsâ bin Hammâd es-Sanhâcî’dir.
Yûsuf bin Muhammed hazretleri, ilmiyle amel eden, faziletli bir âlim idi. Şüpheli lokmadan son derece sakınır, helâl lokma yemeye çok dikkat ederdi. Tevzer’den getirilenlerden başka birşey yemezdi. Kâdı Ebû Abdullah Muhammed bin Ali bin Hammâd şöyle demiştir: “O bizim beldemizde, ilim ve amel bakımından İmâm-ı Gazâlî hazretleri gibi bir âlimdir. Allah korkusundan titrer ve çok namaz kılardı. Namaz kılarken kendinden geçer, hiçbir şeyin farkında olmazdı. Birgün evinde onu namaz kılarken gören bir misâfir, namazda kendinden geçtiğini görünce, oğluna; “Babanızla ilgileniniz” dedi. Oğlu; “O namaza durduğu zaman, hiçbir şey duymaz ve hissetmez” dedi. Lâmbayı yüzüne yaklaştırıp hâline baktılar; kendisini o kadar Hakka vermişti ki, çevresindekilerden tamamen habersizdi. Duâsı pek makbûl bir zât idi. Kendisini incitenler, derslerine mâni olmak isteyenler felâkete düşmüşlerdi, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin İhyâ-u ulûmüddîn adlı eserini çok severdi. Kıymetli ve sağlam bir eser olduğunu bildirirdi. Zamanında, İmâm-ı Gazâlî hazretlerine hased edenler, İhyâ’nın toplatılıp yakılması için faaliyete geçtiler. Her beldeye mektûp gönderip, toplatılmasını istediler. Ayrıca yanlarında olmadığına dâir halka yemîn ettiriyorlardı. Bu iş için bir mektup da Yûsuf bin Muhammed hazretlerinin bulunduğu yere gelmişti. Bu haberi alınca, böyle bir hareketin çok yanlış ve büyük bir hatâ olduğunu bildiren bir mektûp yazıp sultâna gönderdi. Bir taraftan da, bir Ramazan ayında hergün bir cüz yazdırmak sûretiyle, ihya’yı otuz cüz hâlinde yazdırdı. Ömrümde, bundan başka kitabı daha çok seveceğimi zannetmiyorum derdi.
Bulunduğu beldede toplama işine yeni başlanmamıştı. Böyle bir belânın gelmemesi için duâ ediyordu. Bu sırada yapılan işin yanlış ve fitne olduğunu yazıp sultâna gönderdiği mektûbuna bir cevap geldi. Bu işten vazgeçildiği bildiriliyordu. Ayrıca böyle yanlış bir işe ve fitneye sebeb olan kimsenin, şöyle bir rü’yâ gördüğü de bildirilmişti: “Bu işe sebeb olan kimseyi, rü’yâsında elinde ateşten mızrak olan bir atlı korkutarak uyandırdı. Bu korku ile bir müddet uykusu kaçtı. Sonra yine uyudu, tekrar aynı rü’yâyı görüp, korkuyla uyandı. Birkaç defa böyle oldu. Adam, şeytandan Allaha sığınırım deyince, elinde ateşten mızrak olan atlı, ben meleğim, neden böyle bir işe kalkışıyorsun? O sâlih zâtın söylediğine karşı çıkıyorsun, dedi.”
Âlim ve zâhid bir zât olan Ebü’l-Hasen bin Harezhem şöyle anlatmıştır: “Babam bana Yûsuf bin Muhammed hazretlerine hürmet etmemi ve nerde görürsem, hattâ günde yüz defa bile karşılaşsam elini öpmemi, tavsiye ve tenbîh etmişti. Birgün beni, duâsını almam için onun huzûruna gönderdi. Bir akşam vakti yanına gittim. Ezan okudu ve ikâmet etti. Beraber akşam namazına durduk. Namaza durmak için tekbir alırken baktım, titremesinden omuzundaki elbise sallanıyordu. Allah korkusundan öyle titriyordu ki, titremesinin sesi işitiliyordu. Duâsını alıp eve döndüm. Babama dedim ki, akşam namazını, bu beldedeki insanların kıldığı vakitten önce kıldı dedim. Babam; “Sen Allahü teâlânın evliyâ bir kuluyla görüştün. O, namazı tam vaktinde kıldı. Bu belde halkı, akşam namazını geciktirerek kılıyorlar” dedi. Sonra anneme; “Ben o zâtın duâsı sebebiyle çok berekete kavuştum. Bu çocuğun da, onun duâsı ile berekete kavuşmasını umuyorum” dedi.
Duâsı makbûl, yanında bulunanlara karşı kerem sahibi bir zât idi. Birgün bir talebesi, ona selâm vermek ve müsâfeha etmek için yanına yaklaşmıştı. Bu sırada yazı yazmak için kullandığı mürekkeb şişesini devirdi. Yûsuf bin Muhammed hazretlerinin üzerine döküldü. Üstündeki beyaz elbise boya ile lekelendi. Talebe çok utandı ve mahcûb oldu. Bunun üzerine talebesinin üzülmemesi için; “Ben bu elbiseyi hangi renge boyayayım diye düşünüyordum. Şimdi oldu, bu mürekkebin renginde boyansın” deyip elbiseyi boyacıya gönderdi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-13, sh. 334
2) Neyl-ül-ibtihâc (Dîbâc kenarında) sh. 349
3) El-Büstân fî zikri evliyâi vel-ulemâi Tilemsân sh. 399
4) El-A’lâm cild-8, sh. 247
5) Brockelmann Gal cild-1, sh. 316 Sup cild-1 sh. 473
YÛSUF BİN MUHAMMED (İbn-i Nahvî)