İstanbul’da yetişen velîlerden Abdülehad Nûrî hazretleri zamânında bir kadı, yâni hâkim vardı.
Evi, bu velînin evinin yanındaydı.
Ve onu çok seviyordu.
Bir gün nefes nefese geldi bu zâta:
“Hocam duânıza muhtâcız.”
“Hayrola, ne oldu?”
“Oğlumuz tâuna yakalandı. Duâ edin de kurtulsun.”
Büyük velî;
“Ben âciz bir kulum. Allahın dediği olur” buyurdu.
Sonra el kaldırıp;
“Yâ Rabbî! Hastalığı da veren sensin, şifâyı da. Şifâ ver bu çocuğa” diye duâ etti.
Sonra buyurdu ki:
“Oğlunuz iyileşti.”
Kadı Efendi şaşırdı!
“İyileşti mi efendim?”
“Evet, evde dolaşıyor.”
Kadı, sevinçle koştu evine.
Gördü ki, oğlu iyileşmiş.
Şükretti Rabbine…
● ● ●
Bir talebesi de çalışıp kadı oldu.
Tâyin ettiler onu bir yere. Oraya gitmek için bindi gemiye.
Sonra bir fırtına, bir rüzgâr.
Ne yapacağını şaşırdı insanlar.
Feryat figan sesleri sardı gemiyi.
O sırada yetişti büyük velî.
“Ey insanlar! Deniz de bir mahlûktur, emredileni yapar” buyurdu.
Sonra kalktı.
Ve nidâ etti ki:
“Ey fırtına, ey rüzgâr! Sakin olun ki, kurtulsun insanlar.”
O anda durdu rüzgâr.
Kurtuldu yolcular…