“Tâc-ül ârifîn…”

Konya’da dünyâya gelen Seyyid Ebül Vefâ hazretleri, bir gün, hocası Şenbekî hazretleriyle, üç gün üç gece sohbet ettiler.

 

Dördüncü gün oldu…

 

Hocası onu çağırıp;

 

“Ey Ebül Vefâ!.. Velîlerin ruhları her sene bir defâ, falan yerdeki sahrâda hazır olur. Peygamber Efendimiz de o mecliste bulunur” buyurdu.

 

Ve sordu:

 

“Ne dersin, biz de o mecliste bulunalım mı acabâ?”

 

Ebül Vefâ da;

 

“İyi olur efendim” dedi.

 

Hemen yola çıktılar.

 

Ve oraya vardılar.

 

Gördüler ki, bir nice ehl-i hikmet kişiler toplanmış, Allahü teâlâya ibâdet ediyorlar.

 

Onlar da başladı ibâdete.

 

Derken sabah yaklaştı.

 

İbâdet ediyorlardı ki,

 

Kuvvetli bir “ses” işitildi.

 

Gökyüzünden geliyordu.

 

Ve gök gürlemesi gibiydi.

 

Çok merak ettiler.

 

Sonra bir “tâc” göründü.

 

Nûr’dan bir tâc idi.

 

Ve öyle parlaktı ki, ışığında bütün kâinat aydınlandı.

 

Bu “tâc” yavaş yavaş alçaldı.

 

Nurlar içinde yere kadar indi.

 

Ve en sonunda Seyyid Ebül Vefâ hazretlerinin başına kondu.

 

Hocası buna çok sevindi…

 

Ve Ebül Vefâ’ya;

 

“Ey Tâc-ül ârifîn!.. Sana müjdeler olsun!” buyurdu.

 

Bir lâkap daha aldı.

 

“Tâc-ül ârifîn.”




Kategori içindeki yazılar: Abdüllatif Uyan