Buhâra’da yaşayan Alî Râmitenî hazretleri zamânında “Seyyid Atâ” adında sâlih bir kimse vardı ki, bu büyük velînin büyük zât olduğunda şüphesi vardı biraz.
Tâ ki, bir güne kadar…
O gün haydutlar geldi.
Ve oğlunu kaçırdılar. Seyyid Atâ, çok üzüldü! Ancak bu belânın nereden geldiğini tahmin etmişti.
Önce tövbe etti.
Sonra büyükçe bir ziyâfet tertip etti.
Şehrin eşrâfını da çağırmıştı.
Hazırlık tamamlandı.
Bütün dâvetliler geldi.
Alî Râmitenî hazretleri de teşrîf edince, Seyyid Atâ kalktı.
Ve gelen misâfirlere;
“Ey dâvetliler! Pîrimiz yemeğe başlamadıkça, hiçbirimiz yemeğe el uzatmayalım” diye seslendi.
Büyük velî bunu duydu.
“Ey Seyyid! Senin oğlun şu kapıdan içeri girmedikçe, ben de elimi yemeğe uzatmayacağım” buyurdu.
O anda kapı açıldı.
Ve oğlu içeri girdi.
Dâvetliler, sevinçle “Tekbîr” getirdiler. Seyyid Atâ, oğluna sarılıp nasıl kurtulduğunu sordu.
O da şöyle anlattı:
“Buradan çok uzak bir yerde ellerim bağlı vaziyette hapis bulunuyordum. Bir de baktım ki, buradayım. Ama nasıl geldim, ben de bilmiyorum.”
Seyyid Atâ çok sevindi.
O sevinçle kalktı ayağa.
“Oğlumun kurtulması, yüksek üstâdımız Alî Râmitenî’nin himmetiyle olmuştur” dedi.
Sonra ellerini öptü.
Ve çok özür diledi…