Selâmetle git gel evlâdım…

İstanbul’da yetişen velîlerden Abdülehad Nûrî hazretleri bir gün talebelerine şöyle seslenir:
“Üsküdar’da görülecek bir işimiz vardır. Hanginiz bu işi yapar?”
Talebeden ses çıkmaz.
Çünkü denizde çok şiddetli “fırtına” vardır. Öyle ki, dalgalar, “sıra dağlar” gibi kıyıya çarpar.
Bu yüzden çalışmaz kayıkçılar.
Talebeler bunu bilir, hemen “peki” diyemezler.
Ama içlerinde bir genç,
“Başüstüne hocam” der.
Büyük zât memnun olur.
“Peki, selâmetle git gel” buyurur.
Delikanlı koşar hemen.
Ama “yüz”e yakın kayıkçı vardır.
Hiçbiri kalkmaz yerinden.
“Delirdin mi sen, baksana şu rüzgâra!” derler.
Ama o, duymaz hiçbirini.
Kendi kendine “Bu işi hocam istedi. Rabbim yardım eder” der.
Kendine değil de
Rabbine güvenir.
Üstâdının himmet edeceğini bilir.
O böyle düşünürken bir kayıkçı;
“Haydi, gidelim!” der.
Delikanlı sevinçle koşar.
O anda fırtına yavaşlar.
Ve tamâmen durur.
Deniz sütlimân olur.
Kısa zamanda gidip gelirler. Ne bir üzüntü olur yolda, ne de keder.
Gelip bilgi verir üstâdına.
Mübârek zât memnun olur.
Ve açar ellerini “Yâ Rabbî! Aç bu gencin kalp gözünü” diye yalvarır.
Duâ ânında kabul olur.
Kalp gözü açılır gencin.
Evliyâ olur…




Kategori içindeki yazılar: Abdüllatif Uyan