Tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan bir sevinç vesilesidir.
Sual: Mevlâna hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermektedir. Ölmek, sevinilecek bir şey midir ki böyle denmiştir?
Cevap: Ehl-i sünnet âlimleri, İslam bilgilerinin kaynağının, insan aklı, insanın düşüncesi olmadığını, âyet-i kerime ve hadis-i şerifler olduğunu bildirmişlerdir. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi ve aşkı esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir.
Kur’ân-ı kerimde bildirildiği gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir, akıl ile alakası yoktur. Tesavvuf ehli, Allahın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm, bir felaket değil, Allaha dönmek olduğundan ancak bir sevinç vesilesidir. Bunun için Mevlâna Celâlüddîn-i Rûmî hazretleri, ölüme, “Şeb-i arûs” yani “Düğün gecesi” adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik değil, sevgi ve tecelliler vardır. Mevlâna hazretleri; “Bâzâ, Bâzâ, Her ançe hestî Bâzâ” yani “Gel, gel, her kim olursan ol gel, Allaha ikilik koşanlardan, Mecusilerden, puta tapanlardan da olsan gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile, gel!” diyor. Bu sözler, 13. asırda yaşamış, Baba Efdal Kâşî’ye de nisbet edilmektedir.
Kalbi hastalıktan kurtarmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapmak ve haramlardan sakınmak lazımdır. İslamiyetten, tasavvuftan haberi olmayanlar, dini, dünya kazançlarına alet ediyorlar. Bunlar, tasavvufa, müzik sokmuş, müzik aletlerinin nağmelerine göre vücut hareketleri yaparak, Mevlevî ayinleri gibi ayinler oluşturmuşlardır. Başlarında mezar taşına benzeyen beyaz uzun külahları ile dönen semazenler, sağ ellerini göğe kaldırırlar ve sol ellerini gökten aldıklarını dünya yüzüne göndermeyi belirtmek için, aşağı indirirler. Yapılan bu ayinler, İslamiyetin bir emri zannedilmektedir. Bunları yapanlar, maalesef İslam dini ile hiçbir alakası olmayan, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde bulunmayan böyle ayinleri, tarikat olarak, İslamiyet olarak tanıtıyorlar. Peygamber Efendimiz ve Eshab-ı kiramdan hiçbiri, böyle ayinler yapmadı. Onların zamanlarında tasavvuf vardı, fakat böyle tarikatçılık yoktu.