Buhâra’da yetişen Seyyid Emîr Külâl hazretlerinin talebesinden biri, bir gece yattı ama hiç uyuyamadı.
Kendi kendine;
“Hocama gideyim, bana bir emriniz var mı, diye sorayım” şeklinde düşündü.
Fırladı yataktan.
Gece yarısı idi.
Gidip girdi hocasının odasına. Ancak gördüğü manzara karşısında çok şaşırdı!
Şöyle ki:
Kalabalık bir cemaat vardı içeride.
Yüzlerinin nûrundan hepsi de âlim ve velî zâtlara benziyor ve başları önde, sessizce oturuyorlardı hocasının karşısında.
Odada rûhâni bir hava hâkimdi.
Hem öyle kalabalık idiler ki, oturmaya güçlükle yer buldu.
O da onlar gibi başını eğdi.
Gözlerini kapadı ve beklemeye başladı.
Az sonra başını kaldırınca çok şaşırdı! Zîra odada, kendisiyle hocası vardı yalnızca.
Huzûruna gidip;
“Efendim, bu gördüğüm hâl nedir? Az önce gördüğüm cemaat kimlerdi?” diye sordu.
Hocası da;
“O zâtlar, ricâl-ül gayb’dendi. Yâni geçmiş evliyâların ruhlarıydı. Onlar öyle büyüklerdir ki, öldükten sonra bile dîne hizmet ederler” buyurdu.
Sordu ki:
“Niçin gelmişler hocam?”
“Dînimize hizmet bâbında müşâvere edip, danışıp bâzı kararlar aldık. Onların meclisinde sen de bulundun. Bu, çok büyük nîmettir evlâdım, sana müjdeler olsun!” buyurdu.