Osmanlılar zamanında yetişen Hanefî mezhebi âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin İdrîs bin Hüsâmeddîn Ali bin Hasen olup, künyesi Ebü’l-Fadl’dır. Nisbeti, Nehcüvânî, Bitlisi, Defterî ve Rûmî olup, meşhûr Osmanlı âlimlerinden Molla İdrîs-i Bitlisî’nin oğludur. Doğum târihi bilinmemektedir. 982 (m. 1574)’de vefât etti.
Yaratılışındaki yükseklik ve olgunluk, ailesinden gördüğü edeb ve terbiye ile çok güzel bir şekilde yetişen Ebü’l-Fadl Muhammed Efendi, ilk tahsilini babasının huzûrunda yapıp, dînin temel bilgilerini öğrendi. İstidâdı, kabiliyeti ve şiir söylemekteki mehâreti pek fazla olduğundan, daha küçük yaşta güzel şiirler söylemeye başladı.
Daha bülûğ çağına ulaşmadan, Sultan Bâyezîd-i Velî için, gayet edîbâne ve beliğ olarak yazdığı bir kasidesini sultânın huzûrunda okuyarak, hayır duâlarına, ihsân, ikram ve iltifâtlarına kavuşmuştu.
Yüksek dînî ilimleri ve tasavvufun edeblerini, inceliklerini, mübârek babasından öğrenerek ilim tahsilini tamamlayan ve tasavvufda yüksek derecelere kavuşan Ebü’l-Fadl, bundan sonra Bursa’da Sultan Medresesi’nde müderris olan Kâdı Bağdâdî’nin sohbetlerine kavuştu. Kâdı Bağdadî, İstanbul’da bulunan Sahn-ı semân medreselerine ta’yin edilince, Anadolu kadıaskeri Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi’nin sohbetlerine devam etti. Müeyyed-zâde kadıaskerlikten emekli olunca, yerine geçen Molla Halîl, Ebü’l-Fadl’ı Manisa ve Trablusşâm kadılıklarına ta’yin etti.
Bu arada sultan, Ebü’l-Fadl’ın babası Molla İdrîs’e mühim bir vazîfe verip, o vazîfeye çok dikkat etmesini, oğlu Ebü’l-Fadl’ı merak etmemesini ve Ebü’l-Fadl’ın çok iyi bir şekilde yetişmesi için bizzat kendisinin ilgileneceğini bildirdi.
Bu arada ikinci defa kadıasker olan ve sultânın yakından tanıdığı ve çocukluk arkadaşı olan Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, bizzat sultânın emir ve ricası ile Ebü’l-Fadl ile daha yakından ilgilenmeye başladı. Onu kadılıktan alıp, merkeze getirtti. Gayet emîn, güvenilir bir kimse olduğundan, Anadolu defterdarı olarak vazîfelendirildi.
Molla Ebü’l-Fadl, kul hakkından çok korkar, üzerine aldığı vazîfeyi lâyıkıyla yerine getirmek için canla başla çalışırdı. Daha sonra Anadolu defterdarlığı vazîfesinden alınıp, “Serdefter-i defterdârân” ünvanıyla, bütün defterdarların başkanlığı makamına getirildi. Otuzüç sene gibi uzun bir müddet bu vazîfeyi lâkayıkla yürütüp, sultânın ve diğer ileri gelenlerin pekçok takdîr ve tebriklerine mazhar oldu. Tam vazîfesinin erbâbı bir zât idi. Bu vazîfesinden dolayı ona “Defteri” nisbeti de verilmiştir.
Kânuna muhalif teklif, en nüfuzla kimseden bile gelse dinlemezdi. Devlete borcu olanları sıkıştırır, borçlarını ödetirdi. Bu çalışmaları mükâfatlandırılarak, yaşı ilerlemiş olduğundan emekliye ayrıldı.
Emekli olduktan sonra, İstanbul’da Tophâne’de, denize nâzır bir tepe üzerinde güzel bir ev yaptırdı. Orada taliblere, ilim âşıklarına dînimizin yüksek bilgilerini yaymağa, anlatmaya devam etti. Daha sonra bahçesine güzel bir câmi ve bir mekteb yaptırdı. Bu câmi, Defterdar Câmi diye meşhûrdur. Câminin batısında kendisinin defni için bir de türbe yaptırmıştı.
Bu günlerde yakınlarından biri, rü’yâsında bu türbenin kubbesinin yerinden ayrıldığını ve Şam tarafına doğru gittiğini gördü. Ertesi gün bu rü’yâsını Ebü’l-Fadl’a anlattı. Bunun üzerine Ebü’l-Fadl istihâre yaptı. Rü’yâdaki işâret üzerine hacca gitmeye niyet etti ve bunun için hazırlıklara başladı. Yakınlarına veda edip yola çıktı. 982 (m. 1574) senesi Şa’bân ayında, hac kâfilesi Şam’a yaklaştığında, Ebü’l-Fadl ( radıyallahü anh );
“Cennet kokusu gelmeğe başladı meşşâma (burnuma),
Aceb yetişti mi kâfilemiz menzil-i Şam’a?”
beytini söylemeye başladı.
Nihâyet kâfile Şam’a vardığında, Ebü’l-Fadl rahatsızlandı ve vefât eyledi. Böylece ilim deryası, ma’rifet ve faziletlerin kendisinde toplandığı yüksek ahlâk sahibi, zarif, kibar ve nâzik davranışlı, va’zları ile insanlara doğru yolu gösteren o büyük zât, bu dünyâdan ayrılıp, âhıret ni’metlerine kavuşmuş oldu.
Kaynaklarda, cenâzesinin İstanbul’a nakledildiği şeklinde bir kayıt bulunmamakla beraber, Hadîkat-ül-cevâmi’ isimli eserde, Ebü’l-Fadl’ın 971 (m. 1563)’de vefât ettiği ve İstanbul’da Defterdar Câmii’nin yanındaki türbede medfûn olduğu yazılıdır.
Vazife yaptığı esnada, devlet erbâbına yaptığı nasihatlerinden birinde şöyle buyurdu: “Bizden evvel bu bağda (vatan toprakları üzerinde bağdan (bahçivân) olanlar, bütün gayretleri ile çalışarak ve bağı son derece ma’mûr etmiş olarak bize emânet ettiler. Biz kendimizden sonrakilere bu bahçeyi harâb ve viran etmiş olarak bırakırsak, bizlere; “Be hey harâb olası! Âlemi harâb ettin” derler. Böyle bir hitaba uğramak ise, hamiyyete, himmet sahibi olanlara hiç yakışmaz ve hiç lâyık değildir.”
Ebü’l-Fadl Muhammed Bitlisi Efendi’nin ilmî üstünlüğü yanında, şairliği de kuvvetli idi. Türkçeden başka, Arabî ve Fârisî’yi de çok iyi bilirdi. Bu üç lisana, bu lisanlarda şiir söyliyebilecek kadar vukûfiyeti vardı. Çok güzel şiir söylerdi. Mükemmel bir dîvânı vardır. Hüseyn Vâ’iz-i Kâşifî’nin, Tefsîr-i Hüseynî de denilen Fârisî Mevâhib-i aliyye isimli tefsîrini ve yine onun Ahlâk-ı muhsinî’sini, Harzemşâhî’yi, Fârisî’den Türkçeye tercüme etti. Diğer eserlerinden ba’zılarının isimleri şöyledir: 1- Ta’rîf-üt-telbîs ve teb’îd-ül-iblîs, 2- Ceridet-ül-âsâr ve haridet-ül-ahbâr (târihe dâirdir), 3-Zeylü alâ Heşt behişt (babası İdrîs-i Bitlisî’nin yazdığı Heşt behişt isimli eserin zeylidir), 4- Füsûl fî ma’rifet-it-telbîs, 5- Kısâs-ül-enbiyâ, 6- Medâric-ül-i’tikâd fî tercümeti minhâc-ül-ıbâd lil-fergânî (tasavvufa dâirdir), 7- Gazel be-gazel (Hâfız-ı Şîrâzî’nin divânına naziredir).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-9, sh. 32
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 253
3) İzâh-ül-meknûn cild-2, sh. 228
4) Tezkiret-üş-şu’arâ cild-2, sh. 751
5) Hadikat-ül-cevâmi’ cild-1, sh. 263, cild-2, sh. 65
6) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 188
MUHAMMED BİTLİSÎ (Molla Ebü’l-Fadl Defterî)