İstanbul’da yetişen velîlerden Abdülehad Nûrî hazretleri devrinde vezîrlerden biri, bir kese “altın” alıp hediye etti bu büyük velîye.
Sonra da böbürlendi.
İçinden “Bu kadar kıymetli hediyeyi kimse veremez” dedi.
Büyük velî bunu sezdi.
Ve o vezîre;
“Bu altınlarla mı bize minnet ediyorsun. Bunlar, bizim gözümüzde topraktan farksızdır” buyurdu.
Sonrası mâlûm.
Altınlar “toprak” oldu.
● ● ●
Bu büyük zât, bir gence “Kötü arkadaşlardan sakın evlâdım! Onlar, Allahın merhametini ileri sürüp seni aldatırlar” buyurdu.
Genç, anlayamadı.
Ve büyük zâta;
“Allahü teâlâ merhametli değil mi efendim?” diye sordu.
Cevâbında;
“Elbette merhametlidir. Ama azâbı da çok şiddetlidir. Kâfirleri ve günah işleyenleri yakar” buyurdu.
● ● ●
Bir gün de bâzı dostlarına;
“Emr-i mâruf, yâni dîne hizmet etmek kime nasîb olursa, çok sevinsin, çok şükretsin” buyurdu.
Dostları;
“Bu iş, çok mu sevaptır efendim?” dediklerinde;
“Elbette. Bir beldede küfre karşı emr-i mâruf yapılırsa, Allahü teâlâ o beldenin hak ettiği azâbı tehir eder. Emr-i mâruf yapılmayan beldeye ise azâb-ı İlâhî gelir” buyurdu.