Tirmiz’de dünyâya gelen Hakîm-i Tirmizî hazretleri, Allah dostu bir velîdir.
Kimseye kızmazdı…
Her sıkıntıda, kendinde arardı kusûru.
Nitekim bir gün, en “yeni elbisesini” giyip çıkar evden.
Cumâ namazına gidecektir.
Birkaç talebesi de vardır yanında.
Az sonra bir sokağa girerler. O sokakta kötü huylu bir “kadın” vardır.
Şirret mi şirret.
Bir evin ikinci katında oturmaktadır.
Ve bu zâta düşmanlığı vardır.
Arkasından konuşur.
Gıybetini yapar.
Kötülük yapmak için fırsat kollar.
Bir gün görür onun geldiğini
İşte fırsat düşmüştür.
Bir fenâlık düşünür.
Az önce çamaşır yıkamıştır.
Ve pis sularla doludur leğen.
Kaçırmaz fırsatı.
Mübârek zât tam evin altından geçerken leğeni devirir birden…
Baştan aşağı pis sularla ıslanır mübârek zât.
Ama kızmaz.
Hattâ başını kaldırıp da “Bunu kim yaptı?” diye de bakmaz.
Aksine kendini suçlar.
Talebeleri kadına kızacak olurlar.
Ama izin vermez.
“Hocam! Lütfen izin verin, haddini bildirelim şu edepsizin!” derler.
O, “Hayır olmaz!” buyurur.
Hikmetini sorarlar.
“Bu iş ondan gelmedi, Allah’tan geldi. İnsanlar, ancak bir vâsıtadır. İşi yapan, yaptıran, Allahü teâlâdır. O dilemeseydi o kadın bunu yapamazdı” buyurur.