Hindistan Evliyâsından Abdülvâhid-i Lâhorî hazretleri zamânında adamın biri, bir gece hırsızlığa çıktı.
Rastgele bir eve girdi.
Ancak bu ev, bu büyük velîye âitti.
Bakındı etrâfa.
Bir “hırka” gördü.
Bu zâtın hırkasıydı.
Hemen aldı onu.
Zâten başka da bir şey bulamamıştı alacak. Kendi kendine “Fakîr bir eve gelmişim” dedi.
Ve çıkmak için kapıya yöneldi.
Ancak kapı nerede?
Dört taraf duvardı.
“Allah Allah, ben az önce şuradan girmiştim. Kapı vardı orada, şimdi yok olmuş” dedi.
Çâresizlik içindeydi!
Bıraktı elindeki hırkayı.
O zaman gördü kapıyı.
Sevinmişti.
Ama akıllanmamıştı.
“Kapıyı bulmuşken hırkayı da alıp çıkayım” dedi.
Dönüp hırkayı aldı.
Kapı yine kayboldu.
Şaşkına döndü adam! Dört döndü evin içinde. Yine yok olmuştu koca kapı. Çâresizlik içinde kıvranırken büyük velî seslendi:
“Kapıyı bulamadın mı evlât? Hırkaya ihtiyâcın varsa, al götür. Ama izinsiz alırsan, tabii ki kapıyı bulamazsın” buyurdu.
Hırsız mahcuptu!
Hırkayı bıraktığı gibi hızla çıktı kapıdan. Ancak bu hâdise, tövbesine sebep oldu. Sabah koştu bu zâtın mescidine. Elini öpüp “talebesi” olmakla şereflendi.
Abdüllatif Uyan